Son Paylaşımlar

Sitemize Hoşgeldiniz NeverFap Türkiye

Bize katılmak için kayıt olabilir veya giriş yapabilirsiniz.

Forum Rehberi >>>

Neverfap Türkiye Forum kurallarını öğrenmeniz ceza almanızı engeller. Kurallarımızı okuyunuz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Yönetimle İletişime Geç >>>

Sitemizi kullanırken yaşadığınız sorun ve önerilerinizi yöneticiler ile paylaşabilirsiniz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Dostoyevski - Budala | İnceleme:

Rodion Romanoviç

Raskolnikov
Çevirmen Üye
Katılım
16 Şub 2021
Mesajlar
903
Tepki puanı
2,168
Puanları
160
Konum
Türkiye
Web Sitesi
1000kitap.com

Dostoyevski - Budala:




Dostoyevski her seferinde yeni bir şey deniyor. Sıradanlık ona göre değil. Yeni şeyler deniyor sürekli ve bunu romanlarına her defasında aktarıyor. Bundan dolayıdır ki onu okumak bir şekilde bir hayatı okumak oluyor.

Budala kitabı Dostoyevski’nin tamamı ile saf, isavarı ve prens olan bir insanı ana karaktere koyduğu bir eser. Eser başta müthiş bir tempoyla başlasa da sonrasında büyük bir karmaşa halini alıyor. Bu hem okuyucuyu yoruyor hem de akıcılık ve anlatıma zarar veriyor. Nitekim Tolstoy kitabın başını beğense de devamını “korkunç bir karmaşa” olarak tanımlıyor. Bunu fark etmiş olacak ki Dostoyevski;

İfade etmek istediklerinin yüzde birini bile ifade edemediğini” söylüyor.

Dostoyevski romanı ileriye götürüyor ve havada bırakıyor. Bazen geçiştirmek için yazdığı kelimeler geçiyor. Karamazov Kardeşler kitabı bu kitapta olan birçok sorun çözülmüş olarak ortaya konmuş. Belli bir konu, akıcılık ve okur yorulmuyor… Anlatım olarak yorulmuyor demek istiyorum yoksa düşünce olarak Karamazov Kardeşler tam anlamıyla bir başyapıt.
Dostoyevski esere her biri ayrı inceleme ve konu olabilecek, her türden insanı koymuş.

Prens Mışkın- Budala
İppolit-Nihilist
Aglaya- Ev yaşamından bunalmış genç kız
Nastasya Filippovna- (bu kadına ne denir bende bilmiyorum)
Rogojin- Arzu ve duyguları ile hareket eden kişi (Karamozov Kardeşler Dmitri)
Gavrila- Sıradan olmayı kabul etmeyen genç-(Raskalnikov)
Yevgeniç Pavloviç -Mantıklı kişi.
General Yepançin- Eskiyi anan ve hatıralarda yaşayan birisi.


Prens saf, aptal, masum ve her şeye pozitif bakan bir karakter. Dostoyevski bunu okuyucu önüne seriyor; bu dünyada bunca saflık, iyi niyet ancak budala olmayı gerektirir. Prens olaylara hep pozitif bakıyor, kimsenin arka yüzüne ve ne yaptığına bakmadan dinliyor. Dünyayı cennet, insanları melek yapma derdinde. Oysa ne dünya cennet ne insanlar melek… Prens bu dünyada mutluluğu yakalamaya çalışıyor. Bir çocukta, bir ağaçta, bir otta bulmaya çalışıyor mutluluğu. İnsanların bu kadar garip olması onu şaşırtıyor. Ona göre bu dünya cennet gibi bir yer.

Başta idamla ilgili çektiği nutuk birebir Dostoyevski’nin idam cezasından kurtulmasını anlatıyor. İdama karşı bir tavır alıyor Dostoyevski ve ölümü bir an sonra hissetmenin ne demek olduğunu düşündürüyor. Normalde her an ölebilir insanoğlu, hiçbirimizin garantisi yok iken, idamda garip bir noktaya temas ediyor. Öleceğin zamanı bilmek … Bir an sonra dünyadan yok olmak ve bunu bilmek. Buna rağmen insan umutlanıyor, belki ölmem diye…

Prens aşırı derecede saf bir tutum içerisinde. Zeki ama aynı zamanda olabildiğince aptal. Kendisini aldatmaya çalışan insanları fark ediyor ama gene de onlara ne kin ne nefret besliyor. Onlardan özür diliyor. Keller ondan para istemeye geliyor ama lafı dolandırıyor. Prens bunu fark ettiği halde Keller’e hiçbir şekilde sinirlenmiyor. Bu şekilde bir tutum, çevresindeki insanları olabildiğince şaşırtıyor. Bunca saflık, iyi niyet… Hem de bu dünya da … Kazanmak için her türlü dalaverinin ve aptallığının şart olduğu bu dünyada insanları affeden ve onlara kızmayan, arkadaşından iş çevireni dahi affeden ve sinirlenmeyen bir insan olsa olsa ancak bir “budala” olur zaten.

Gavrila karakteri özel bir yeri hakkediyor. Raskolnikov’a benzettim ben onu. Sıradan olan ama orijinallik yakalamaya çalışan biri, bunu kazanmanın yolunu da para olarak düşünmüş. Dostoyevski onun hakkındaki düşünceleri için kitapta özel bir yer ayırmış ve şöyle demiş;

“Dürüst bazı insanlar sırf orijinal olma isteğinden alçakça iş yapmaya bile hazırdır.”

Sıradanlıktan çıkmanın en güzel yolu, her insanın yapmadığı şeyi yapmaktır. Bu ise insanı alçaklığa kadar vardırır. Raskolnikov’da aynı düşünceye sahipti. Kendisinin sıradan insan olmadığını düşünüyor bunu yediremiyordu. Gidiyor kadını öldürüyor, sonra Sofya ile ne kadar da sıradan ve normal olduğunu anlıyordu.

Prens ile Nastasya arasındaki ilişki durumu bana Gökhan Özen’in Budala şarkısını hatırlattı. Kitabın sonlarına doğru bir anda kendimi bu şarkıyı mırıldanırken buldum . Sözlerinin ne kadar uyduğu ise manidar;

"Koşa koşa ardından bittim halim ortada
Seni delice seven kalbim hurda
Unutalım olanları baksın herkes kendi yoluna
Adını değiştirdim senden sonra
Budala budala"


Seviyor muydu bu kadını yoksa acıyor muydu ona? Hangisi daha kuvvetli bir duygu diye sorsam sanırım vicdan dediğimiz kavram aşkı ezip geçecektir. Prens için müşkül durumdaki Nastasya’nın kendine en çekici gelen yanı güzelliği değildi, hayatın sillesini yemiş, ne yaptığını bilmeyen ruh haliydi. Prens ona acıyordu! Prens ona bakışıyla bir kez daha herkese budalalığını ispatlamış oluyordu. Herkese göre Nastasya kafayı yemiş bir kadındı. Nastasya safça düşüncelere sahipti. Benle mutlu olamazsın Prens. Ben kötü biriyim. Hayat ona güzel bir şey öğretmişti. Çaresiz ve amaçsız olduğunu. Bir zevk olduğunu ve kalbinin olmadığını öğretmişti. Prens bu aşka sonradan dahil olan Aglayayı’da görünce iyice budalalığını belli ediyordu.

İsviçre’den memleketi Rusya’ya dönen Prens ne umutlar besliyordu kim bilir. Vatanı gözünde tütüyordu. Romandaki bütün karakterler onu gördüğü an aynı şeyi düşünmüştü; o bir “budala” idi. Prens alçakgönüllülük ve iyi niyetle herkesi şaşırtmayı başarıyordu. Neydi o zaman onu burjuva tayfasına ve sosyete ’ye sokan? Tabii ki para! Prens tamamı ile saf, iyi niyetli, açık yürekli, kalbi temiz, güzel bir insanı temsil ediyordu. Neden kaybediyordu o zaman? Neden bu kadar iyi ve güzel iyiliklere sahip bir insan (aslında ideal insan) kaybediyordu? Dostoyevski kitabın adını çok doğru koymuştu. Bu devirde bunca iyi niyet ancak budalalık oluyordu. Prens kendisine miras kaldıktan sonra burjuvaya yükseliyor ve kendini bir aşk üçgeninin içinde buluyordu. Prens o kadar saftı ki birini sevdiğinde diğerini kaybetmesi gerektiğinin farkında değildi. Herkesi mutlu etmenin peşindeydi ama bu mümkün değildi. Öyle ki ona hangisi sevdiğini sorulduğunda ikisinide sevdiğini söylüyordu. Prens bildiğimiz anlamında budala değildi. Yani olayların farkında varmıyor değildi. Kullanıldığının, üzerinde oyunlarının oynatıldığının farkına varıyordu ama affediyordu, hatta dahası bazen haklı olduğu halde özür diliyordu.

Prens olayı en baştan beri yanlış anlamıştı.

Kendi kafasında kurmuştu insanların yüzlerini ve karakterlerini. Herkesi iyi sanmıştı. Belki demişti… İyi olabilirler. Ağlaya mı Nastasya mı? Üzmemeliyim! Hiç kimse bu dünya da üzülmemeli! Prens anlamıyordu. Seçimlerin, fedakarlıkları getirdiğini bilmiyordu. Özür dilemenin eziklik sayıldığını bilmiyordu. Haddinden fazla değer verdiğin insanın seni küçük gördüğünü anlamıyordu. Bu yüzden budala oluyordu belki de. Lebedev ha! Yaltaklanan Lebedev! Oda belki iyi olur. Oyun peşindeki Gavrila… Belki oda kendi çapında bir amaca sahiptir. Hayat bu, oyun değil ki!

Prens maalesef anlamıyordu.
Zalime merhamet etmenin mazluma zulüm olduğunu kaçırıyordu. Deli miydi? Bu tabir ona uyabilir. Çünkü topluma uymayan bir yapısı vardı. Masum, saf, iyi yürekli, alçakgönüllü, terbiyeli, eli yüzü düzgün olan prens kaybediyordu? Neden kaybediyordu? Bunu düşünmek gerekiyordu. Bir ara düşünmüştüm, bunca saf olmak ister miydim diye. Karamazov Kardeşler Alyoşa gibi bir olmak ister miydim? Sanmıyorum! İnsanın vasfının hata yapmak olduğunu düşünüyorum ve insanları melek yapma derdinde değilim. İnsanlar hatalı ve kusurlu ve bunlar onları insan yapıyor.

Prens maalesef olayı en başından kaçırmıştı.
Saflıkla yaşanmayacağını bir gün kazanmak için hileye başvurması gerektiğini unutmamalıydı. Miras olayında onu kandırmaya çalıştıklarında durup özür dilemeyecekti. Bunu bilmeliydi! İnsanlar acımazdı. Hele sosyete hiç acımazdı. Acımamışlardı zaten!

Prens başladığı yerde oyunu bitiriyordu. Oyuna başladığı onca umut ve saflıkla oyuna başladığı yere geri dönüyordu kitabın sonunda. Gerisinde 3 ölü bırakıyordu. Gerisinde birçok hayal kırıklığı, ümitsizlik ve inanç bırakıyordu. Sürüyle insan ve saflığın aslında bir nevi budalalık olduğunu herkese göstererek geri dönüyordu İsviçre’ye. Öğretmeni ve doktoru Şneyder ona gene belki aynı yorumu yapıyordu; BUDALA!



Kaynak:
 

Rodion Romanoviç

Raskolnikov
Çevirmen Üye
Katılım
16 Şub 2021
Mesajlar
903
Tepki puanı
2,168
Puanları
160
Konum
Türkiye
Web Sitesi
1000kitap.com
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Üst