Son Paylaşımlar

Sitemize Hoşgeldiniz NeverFap Türkiye

Bize katılmak için kayıt olabilir veya giriş yapabilirsiniz.

Forum Rehberi >>>

Neverfap Türkiye Forum kurallarını öğrenmeniz ceza almanızı engeller. Kurallarımızı okuyunuz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Yönetimle İletişime Geç >>>

Sitemizi kullanırken yaşadığınız sorun ve önerilerinizi yöneticiler ile paylaşabilirsiniz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Dostoyevski - Ölüler Evinden Anılar| İnceleme:

Rodion Romanoviç

Raskolnikov
Çevirmen Üye
Katılım
16 Şub 2021
Mesajlar
906
Tepki puanı
2,175
Puanları
160
Konum
Türkiye
Web Sitesi
1000kitap.com

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski- Ölüler Evinden Anılar | İnceleme




Dostoyevski’yi anlamak için belki de en iyi kitap olabilir. O karakterleri hatırlıyorsunuz değil mi baylar? En azından Raskalnikov’u. Nereden gelmiş bu karakterler diye sorduğumda sanırım bunu Dostoyevski’nin muhteşem gözlem yeteneğine bağlamak gerekir. Hayat bir nevi onda saklıdır. Dostoyevski hayatlar bakmıştır, görmüştür; onu okumak hayat okumaktır. Ne kadar gerçekçi olacağı bilinmez ama bu büyük(!) adamlar da hep şöyle bir şeyin olduğunu düşünürüm; bir müddet topluluk arasında kaldıktan sonra yalnızlığa bürünürler. Tek başlarına kalıp en iyi işlerini o zaman yaparlar. Karılarını, çocuklarını feda ederler belki de ama o işler hep bu yalnızlıkla (topluluğun arasına karıştıktan sonra oluşan yalnızlık ile) oluşuyor sanırım.

Bu yalnızlık Dostoyevski için “Ölüler Evinde” geçirdiği 10 yılda gerçekleşiyor sanırım. İlk başlarda Belinski’nin geliyor dediği sonradan bitti gitti dedikleri bu adam hapishanede 10 yıl geçirdikten sonra suç, insan mujik, Cizvit, soylular, hayat, alışkanlık, umut, sabır kavramlarını öyle iyi anlıyor ki usta bir edebiyatçıya dönüşüyor. Bundan sonra da Karamazov Kardeşler efsanesine kadar giden bir sürece giriyor ama arada bir de en çok bildiğimiz Suç ve Ceza kitabını da yazıyor.

İzledik değil mi baylar Esaretin Bedeli filmini? Ya da okudunuz mu Satranç kitabını? O sıkışmışlığı biliyorsunuz değil mi? O Satranç kitabında bir satranç kitabına yapılan tutku ve arzuyu hatırladınız değil mi? Bir insan bir odada o kadar yıl geçirdikten sonra bir satranç kitabını tapıyor neredeyse. Unutma, Red. Umut iyi bir şeydir, belki de en iyi şeydir. İyi bir şey de asla ölmez” repliğini hatırladınız değil mi? Umut hepimiz için değerli bir şeydir veyahut bir amaca sahip olmadan yaşayamaz insan. “Bir amaç ve içinde bu amaca ulaşma isteği olmadan hiç kimse yaşayamaz. Amacını, umudunu kaybedenler de çoğu kez korkunç birer canavar kesilirler…” cümlesini bu yüzden kurdu belki de Dostoyevski bu kitabında.

Bu hapishanede bile geçerli bir kavramdır. Öylece oturmak, beklemek sanırım o kadar da zor bir şey olarak gözükmez ama zordur. Bir anda kendinin kalan yıllarını saydığını fark edersin, hürriyet ne kadar değerli gelir. Uzaklara dalan mahkûmları tasvir eder Dostoyevski, öylece kıra, insanlara bakarlar. Onlar için o kadar önemli olmayan kavram bu mahkûmlar için belki de hapishanede neden uslu durduklarını açıklar. Akşam ışıklar söner ve yatma vaktidir. Ama insan kendi amacı olmayan yaşayamaz demiştim ya, burada da herkes Oğuz Atay’a karşı çıkar ve bir şeylere tutunurlar. Herkes bir konuda ustadır burada, bir şeyi iyi yaparlar. Dostoyevski sıkılganlığından bu insanları sınıflandırmaya bile girmiştir.

Hapishanedeki o umut havası her daim hissediliyor. Bu mahkûmlar günün birinde çıkacaklarından eminler. Evet, bu yüzden yaşıyorlar. Sürgün, kürek cezası, yıllar onları yıldırmıyor. Dostoyevski’de aynı şeyi yapıyor çıktıktan sonra yaşamak istiyorum diyor. Esaretin Bedelindeki sahneler hemen akla geliyor. İçeri her şeyi sokan o adam, hapishanenin sapkınları, iyi niyetliler, köle gibi davrananalar, hepsi Rus tarzında tabii ki.

Dostoyevski hiçbir zaman soylu sınıfın bir yazarı olmamıştır. Öyle lanse edilmiş ve bilinmiştir ama öyle olmamıştır. O köylüleri, insanları anlamaya çalışmış ve birey üzerine odaklanmış. Kitaplarını okuduğunuzda her türden insanın olduğunu görürsünüz. Bu kitabın bir yerinde hayatı sorgularken hapishaneye düştüğüne şükrettiğini bile görüyoruz Dostoyevski’nin. Son kitabında serseri, dindar ve ateist tiplerini başkaraktere koyarak bile çatışmaya mal ettiğini biliyoruz. Bu hapishanede de her türden insanın arkadaşı olmak istese de soylu sınıfına ait olduğundan dışlanmıştır. Sonradan anlayacağı üzere de asla köylülere yakın bir konum alamamış ve onların hep düşmanı olmuştur. Karakteri neticesinde değil üstünden taşıdığı sıfat neticesinde.

Suçlular hakkında garip düşünceleri bu kitapta anlatmaya başlamıştır ve sonradan diğer kitaplarda da görmüşüzdür. Sopa cezası, prangalar ve hapis… Prangayı kaçmayı engellemek için değil de bir damga olarak yapıştırdıklarını söylemiştir. Bu kaçmaya engel değildir, isteyen ondan kurtulur (ki sonlara doğru kaçmaya çalışan iki adam görürüz) , sadece bir işarettir. Kahredici bir işaret, insanı aşağılayan bir işaret. Evet, bu adam, bir mahkûmdur, saygıyı hak etmez ve suç işlemiştir. Günümüzde artık kabul edilse de insanı dövmenin onu avutmak yerine daha çok sinir ettiğini Dostoyevski o zamanda görmüştür. Suçlu şöyle düşünür der Dostoyevski; evet hapishanede yaptığım günahın bedelini ödedim, tanrı karşısından artık masumum, pür pak oldum, suça devam. Yapılmak istenen şey bu adamı ıslah etmek mi idi yoksa cezalandırmak mı? “Merhametinizle ezin onu derken ” son kitabında suçluların cezalandırılmaya değil ıslah edilmeye ihtiyacı olduğunun üstüne basmıştır. Onlar akıllarını doru yönlendirememiştir. Sopa atmak işe yaramayacaktır. “Belki de bazı kimseler mahpusların cani, kötü insanlar olduklarını söyleyecekler: Peki, Tanrı’nın gazabına uğramış bir kulun cezasını bir de bizim mi arttırmamız lazım” diyerek suçluya merhametin altına çizmiştir. Bunun etkisi ne olacaktır diye sorarsınız belki. Minnet altına giren suçlu merhametin karşılığını vermek isteyecektir ve böylece uslanacak hatta iyilik ederek girdiği minnetten çıkmak isteyecektir.

Hapishaneye neden ölüler evi demiştir yazar? Burada hayatlarını mahvetmiş insanlar vardı! Zorunlu bir yaşam ama gene de yaşam! Belli sınıflara ayrılmış ve birbirlerini seçmiş insanlar. Birbirileriyle yaşamaktan başka seçimleri yok. Dostoyevski bu kalabalığın ve seçilmiş sınıflar arasında yerini bulamıyor ve yalnız kalıyordu. Şu duyguyu yaşadınız mı baylar? Bir sabah kalktığınızda kalkmanın anlamsızlığını ve sonraki günlerin aynı olacağı saçmalığı. O uykulu gözler de beynimiz bir anlığına durur; evet gene aynı gün ve bu aynı gün 10 yıl daha devam edecek. Bu hapishanede Dostoyevski’nin öğrendiği iki güzel kavram bu sabrından geliyordu; Umut ve Alışkanlık!

Profilimin altında göreceksiniz; “Önce biraz ağladılar ama alıştılar şimdi aşağılık insanoğlu her şeye alışır”. Suç ve Ceza’da geçen bir pasajdır bu. Bu kitabında ise yazar aynı alışkanlığı insanoğlu için en iyi özellik olarak şöyle tanımlıyor; “İnsan her şeye alışan bir yaratıktır ve sanırım bu en iyi niteliğidir.” Alışkanlıklar garip bir olgudur. İyi veya kötü diyemeyeceğimiz şeylerdir o yüzden bu sıfatları önüne alıp var olurlar. Bu duygu olmadan o hapishanede kalması imkânsızdır. Her şeye bir müddet sonra alışılır. Mutfak oradadır, işte yakın arkadaşlarım, şimdi iş başı, sabah erken kalkacağım, akşam toplantısı, sohbet, iş, sabah kalk, konuş, sohbet, iş, hamam, sohbet… İşte bu rutinde beynimiz artık tehlikeyi unutur bilinen bir gerçeklik vardır. Bunun tehlikesi ise sanırım rahatlığın insani öldürdüğü gerçeğinde saklıdır. Özgürlük alışkanlığı halt etmese belki de Esaretin Bedelindeki Bruce gibi hapishane onlara cennet gibi kalırdı.

Dostoyevski külliyatından nadide bir eser. Onu anlamak, insanları anlamak gibi bir şey oluyor. Bu kitap ilk başta okunmaz, önce diğer çerezlik eserler ardına bu okunmalıdır.

Özgürlüğü yaşamak kadar güzel bir şey yoktur hapishaneden çıkarken son cümlede buna ithafhen yapılır zaten;

Hürriyet, yeni hayat, yeniden doğuş… Ah ne tatlı bir an bu!

SON
 

Black Rose

Admin/Üst Düzey Moderatör
Üst Düzey Moderatör
Katılım
5 Kas 2020
Mesajlar
1,085
Tepki puanı
2,937
Puanları
180
"Önce biraz ağladılar ama alıştılar şimdi. Aşağılık insanoğlu herşeye alışır!"
Bu sözü hep sevmiş ve hep aklımda tutmuşumdur.
Hem insanoğlunun aşağılık bir varlık olduğunu dürüstçe açıklayan hem de insanın alışma özelliğini anlatan bir söz. Güzel inceleme, kalemine sağlık.

Fakat fikrimce insan ölüme asla alışamaz. Ne kendisinin ne de sevdiklerinin ölümüne...
" Aşağılık insanoğlu ölüm hariç her şeye alışır... "
 

Rodion Romanoviç

Raskolnikov
Çevirmen Üye
Katılım
16 Şub 2021
Mesajlar
906
Tepki puanı
2,175
Puanları
160
Konum
Türkiye
Web Sitesi
1000kitap.com
Fakat fikrimce insan ölüme asla alışamaz. Ne kendisinin ne de sevdiklerinin ölümüne...
" Aşağılık insanoğlu ölüm hariç her şeye alışır... "
Kısa bir bakışla buna bile alışıldığı düşünülüyor. Yakınları ölmüş insanlarda basit cümleler... İlk başta acıtıyor ama sonra alışıyorsun. Bir arkadaşım da bana aynı cümleyi kurmuştu. Alışkanlığın her şey üzerinden olduğunu düşünürken bana ölen dedesini anlatmıştı. Hiç alışmış gibi değildi. Aksine bir anlık unutkanlık ile yaşamasına devam ediyordu ama bir imge ,bir görsel, bir anı hala gözleri önüne getirebiliyordu onu.

Sanırım haklısınız hocam insan ölüme alışamıyor. Unutuyor sadece, devam ediyor ama gece yatağa girince ya da sabahın ilk ışığında yalnızlığında bunu çok net şekilde yeniden hatırlıyor. Gün içinde işler bunu unuttursa da yeniden hatırlayacak.

Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. :)
 
Son düzenleme:
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Üst