NarkosOnFire
Ay Yolcusu
- Katılım
- 5 Kas 2020
- Mesajlar
- 45
- Tepki puanı
- 54
- Puanları
- 21
(bir discord sunucusunda başka biri tarafından paylaşılan bir metindir.)
Dopamin hormonunun %50'sinin bağırsaklarda üretildiğini öğrendim ve baya şaşkınım şuan. buna göre ne kadar dopamin diyeti yapsak da, yediklerimize dikkat etmediğimiz sürece tam anlamıyla sağlıklı bir dopamin sistemimiz olmayacaktır.
"Peki, bu minnacık canlılar nasıl oluyor da koskoca insanları kontrol edebiliyorlar? Dışarıdan bakıldığında saçma gibi gözükse de bu canlılar beyni etkileyen önemli yolak ve nörotransmitterler ile çok yakın ilişki içindedirler. Hatırlayacağınız üzere dopamin ve serotonin gibi kimyasal maddeler beynimizdeki ödül merkezine gittiğinde mutlu oluyorduk. Hatta dopaminin hastasıydık ve bize dopamin salgılattıran şeylerin bağımlısı haline geliyorduk. Bu kadar hastası olduğumuz dopaminin yarısı, serotoninin ise çok büyük bir kısmı bağırsaklarda üretildiğinden, bu minik canlılar koskoca bizleri kontrol edebilmektedir. Çünkü zaaflarımızı çok iyi bilirler ve istediklerini yaptırana kadar bu zaaflarımızı sonuna kadar sömürürler.
Bağırsakta yaşayan kalıcı ya da geçici birçok mikroorganizma dopamin üretiminde rol oynamaktadır. E. coli, basillus türleri, proteus vulgaris, stapylococcus aureus bu konuda önemli rolleri olan bakterilerdir. Bu bakterilerin yetiştirildiği kültürlerdeki dopamin miktarının, dolaşımdakinin yaklaşık on ila yüz kat arası olduğu düşünülmektedir (Tsavkelova, 2006). Dopaminin musluğunu elinde tutan bu canlılar, tabii ki de size istediklerini çok kolay yaptıracaklardır. Sadece dopamin değil, birçok hormon ve kimyasalın üretilmesinde söz hakkı olan canlılardan bahsediyoruz. Meselenin ciddiyetini anlamanız için sizinle çok daha garip bir örnek paylaşalım. Bildiğiniz üzere testosteron erkeklerde daha fazla salgılanan bir cinsiyet hormonudur. Yapılan çalışmada erkek bir fareden alınmış mikrobiyota, henüz olgunlaşmamış dişiye transfer edilmiştir. Sonuç olarak dişiye sadece bakteri transfer edilmesi bile, dişide testosteron seviyelerinde artışa neden olmuştur. Üstelik bu artış kısa süreli olmayıp, testosteron seviyesini belirli bir düzeyde tutmayı başarmıştır (Markle, 2013).
Anne sütünde ve yoğurtta bulunan laktik asit üreten bakteriler aynı zamanda histamin ve GABA adlı nörotransmitterleri de üretmektedirler. Bu moleküller yine doğrudan beyni etkileyen oldukça önemli nörotransmitterlerdir. Örneğin GABA birtakım anksiyete önleyici ilaçların bağlanıp etki gösterdiği yerleri uyarabilmektedir. Yani bir nevi ilaç gibi davranmaktadır (Desbonnet, 2010 ve Thomas, 2012). Sonuç olarak, bağırsakta yaşayan organizmaların hormon ve nörotransmitter üretimlerinde bu kadar söz sahibi olması gerçekten muazzam bir olaydır ve bağırsak mikrobiyotasının vücudumuz üzerinde ne kadar etkili olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hatırlayacağınız üzere bağırsaklarımızda yaşayan mikroorganizmaların isteklerinin çoğunu vagus siniri aracılığıyla beyine gönderirler. Yani siz tabağınızdaki dört dilim baklavanın ikisini yedikten sonra diğer iki dilime dokunmadığınızda bu canlılar beyninize haber göndererek, son iki dilimi de yemeniz için size müthiş bir baskı yaparlar. Çoğu zaman irade gücünüz kırılır ve 'Aman canım, iki dilim baklavadan ne olacak.' deyip kendinizi de kandırdıktan sonra bu dilimleri afiyetle yersiniz. Burada ilginç bir bilgiden bahsedelim. Daha önce de söylediğimiz üzere vagus parasempatik sistemle ilgili bir yapıdır. Doğal olarak parasempatik aktiviteleri güçlendirecek yapılar ile vagus üzerinden daha kontrollü bir etkide bulunabilirsiniz. Örneğin yoga ve meditasyonun yemek konusunda irade gücünüzü artırdığı düşünülmektedir."
Dopamin hormonunun %50'sinin bağırsaklarda üretildiğini öğrendim ve baya şaşkınım şuan. buna göre ne kadar dopamin diyeti yapsak da, yediklerimize dikkat etmediğimiz sürece tam anlamıyla sağlıklı bir dopamin sistemimiz olmayacaktır.
"Peki, bu minnacık canlılar nasıl oluyor da koskoca insanları kontrol edebiliyorlar? Dışarıdan bakıldığında saçma gibi gözükse de bu canlılar beyni etkileyen önemli yolak ve nörotransmitterler ile çok yakın ilişki içindedirler. Hatırlayacağınız üzere dopamin ve serotonin gibi kimyasal maddeler beynimizdeki ödül merkezine gittiğinde mutlu oluyorduk. Hatta dopaminin hastasıydık ve bize dopamin salgılattıran şeylerin bağımlısı haline geliyorduk. Bu kadar hastası olduğumuz dopaminin yarısı, serotoninin ise çok büyük bir kısmı bağırsaklarda üretildiğinden, bu minik canlılar koskoca bizleri kontrol edebilmektedir. Çünkü zaaflarımızı çok iyi bilirler ve istediklerini yaptırana kadar bu zaaflarımızı sonuna kadar sömürürler.
Bağırsakta yaşayan kalıcı ya da geçici birçok mikroorganizma dopamin üretiminde rol oynamaktadır. E. coli, basillus türleri, proteus vulgaris, stapylococcus aureus bu konuda önemli rolleri olan bakterilerdir. Bu bakterilerin yetiştirildiği kültürlerdeki dopamin miktarının, dolaşımdakinin yaklaşık on ila yüz kat arası olduğu düşünülmektedir (Tsavkelova, 2006). Dopaminin musluğunu elinde tutan bu canlılar, tabii ki de size istediklerini çok kolay yaptıracaklardır. Sadece dopamin değil, birçok hormon ve kimyasalın üretilmesinde söz hakkı olan canlılardan bahsediyoruz. Meselenin ciddiyetini anlamanız için sizinle çok daha garip bir örnek paylaşalım. Bildiğiniz üzere testosteron erkeklerde daha fazla salgılanan bir cinsiyet hormonudur. Yapılan çalışmada erkek bir fareden alınmış mikrobiyota, henüz olgunlaşmamış dişiye transfer edilmiştir. Sonuç olarak dişiye sadece bakteri transfer edilmesi bile, dişide testosteron seviyelerinde artışa neden olmuştur. Üstelik bu artış kısa süreli olmayıp, testosteron seviyesini belirli bir düzeyde tutmayı başarmıştır (Markle, 2013).
Anne sütünde ve yoğurtta bulunan laktik asit üreten bakteriler aynı zamanda histamin ve GABA adlı nörotransmitterleri de üretmektedirler. Bu moleküller yine doğrudan beyni etkileyen oldukça önemli nörotransmitterlerdir. Örneğin GABA birtakım anksiyete önleyici ilaçların bağlanıp etki gösterdiği yerleri uyarabilmektedir. Yani bir nevi ilaç gibi davranmaktadır (Desbonnet, 2010 ve Thomas, 2012). Sonuç olarak, bağırsakta yaşayan organizmaların hormon ve nörotransmitter üretimlerinde bu kadar söz sahibi olması gerçekten muazzam bir olaydır ve bağırsak mikrobiyotasının vücudumuz üzerinde ne kadar etkili olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hatırlayacağınız üzere bağırsaklarımızda yaşayan mikroorganizmaların isteklerinin çoğunu vagus siniri aracılığıyla beyine gönderirler. Yani siz tabağınızdaki dört dilim baklavanın ikisini yedikten sonra diğer iki dilime dokunmadığınızda bu canlılar beyninize haber göndererek, son iki dilimi de yemeniz için size müthiş bir baskı yaparlar. Çoğu zaman irade gücünüz kırılır ve 'Aman canım, iki dilim baklavadan ne olacak.' deyip kendinizi de kandırdıktan sonra bu dilimleri afiyetle yersiniz. Burada ilginç bir bilgiden bahsedelim. Daha önce de söylediğimiz üzere vagus parasempatik sistemle ilgili bir yapıdır. Doğal olarak parasempatik aktiviteleri güçlendirecek yapılar ile vagus üzerinden daha kontrollü bir etkide bulunabilirsiniz. Örneğin yoga ve meditasyonun yemek konusunda irade gücünüzü artırdığı düşünülmektedir."
- kaynak ( Beyinde Ararken Bağırsakta Buldum - Serkan Karaismailoğlu )