Bakenga
Emekli Üretken Üye
- Katılım
- 30 Kas 2020
- Mesajlar
- 129
- Tepki puanı
- 432
- Puanları
- 108
- Yaş
- 29
Jordan Peterson'ın İncil ve Tevrat üzerine olan sembolik yorumlamaları ne zamandır kafamın içinde dönüp duruyor, ben rafa kaldırdıkça o geri geliyor. Bunun üzerine bir şeyler yazmak istedim ancak şimdiden belirteyim, çok fazla parantez içi açıklama var çünkü kelimelerin/olayların/olguların birçok sembolik anlamı var. Öncelikle temel birkaç problem var.
1.Neden sorumluluk almalıyız?
2.Nasıl sorumluluk almalıyız?
3.Sorumluluk almak ve gelişmek için konfor alanımızdan çıkmak zorunda mıyız?
1. Çok basit bir cevabı var aslında bu sorunun. Hayatta kalabilmek için. Çünkü sorumluluk almayanlar, avlanmayanlar, ekmeyenler, hasat yapmayanlar, tarla sürmeyenler, çalışmayanlar öldüler. Yaşamaya devam edenler bizlerin sorumluluk alan ataları oldular, biz de onların torunları. Sorumluluk almayanlar üretmediler, güçlenmediler, sızlanıp bir köşede oturdular. İhtiyaç duydukları şeylerse onlara gökten verilmedi.
Burada çok ilginç bir kıssa var. Adem ve eşi, çok rahat ve maddi-manevi huzurlu yaşayabilecekleri bir yerdeler(cennet veya Aden Bahçesi). Ancak yine de Tanrı onlara bunu hiçbir karşılık almadan vermiyor. Ödemeleri gereken bir bedel, böyle bir yerde bile hala mevcut. Bir ağacın meyvesinden yememek(kötülük, günah, hak edilmemiş haz). Ancak İblis(kötü düşünceler, depresyon, arzular) onların kanına giriyor(beyni kemiren düşünceler/vesvese). O meyvenin onları sonsuza kadar yaşatacağını veya bir melek yapacağını, Tevrat'ta ise onlara iyiyi ve kötüyü bilme yeteneği vereceğini(sanırım Tanrı olacaklarını vaat ediyor çünkü semavi dinlerde yalnızca Tanrı iyiyi ve kötüyü bilebilir.) söylüyor ve yemeye teşvik ediyor. İşte bu, Adem ve eşinin vermesi gereken bir mücadele. İradelerine sahip çıkmalılar, onlar için o noktada alınması gereken tek sorumluluk bu. Yine de olmuyor, İblis'e(kötü düşünceler, depresyon, arzular) kanıyorlar ve o meyveden yiyorlar. Birbirlerine çıplak oldukları görünüyor(utanç duygusu, şahsiyet kaybı, her şeyini kaybetme). Tanrı onları cennetten/Aden bahçesinden kovuyor. Sorumluluk alamadıkları, sorumlu bir birey gibi davranamadıkları için günahın çukuruna düşüyor ve Tanrı tarafından kovulup terkediliyorlar(düşüş, dibe vurma). Utanıp, pişman olup Tanrı'dan af diliyorlar. Tanrı onları affetse de artık eski konforları bir daha olmayacak. Zor koşullar altında çalışacaklar ve üretecekler yalnızca bu şekilde hayatta kalabilirler(çalışmanın ve sorumluluk yüklenmenin ilk tarihi). Ve Tanrı, Adem'e eşyaların doğasını öğretiyor(bilginin önemi, bilgide doğru kaynağın önemi). Onu yeryüzünde halife olarak görevlendiriyor(üreterek dünyayı maddi-manevi imar etme görevi). Ve O'na peygamberlik veriyor(düşüşten çıkış, yeniden dirilme, zirveye gidiş)
İşte Adem ve Ademoğulları yalnızca çalışıp üreterek hayatta kalabildiler. Diğerleri ise açlıktan, zayıflıktan, sağlıksız olmak ve toplumsal statü düşüklüğünden hiçbir dişiyle eşleşemediler, genlerini sonraki nesillere aktaramadılar. Yapmamız gereken sorumluluk alıp; çalışmak, üretmek, kendimizi ileriye doğru sürekli geliştirmek, toplumsal statümüzü yükseltmek, dünyayı pozitif yönde imar etmek. Ademoğlunun yaratılış amacı semavi dinlerde böyle, buna nihilist ateistler dışında diğer ateistlerin bile itiraz edeceğini sanmıyorum. İnsan doğasının en temelleri(evrimsel biyoloji ve evrimsel sosyolojiden çıkan) dinlerin yaratılış anlatıları ve inançlarıyla örtüşmektedir.
2. Bunun cevabını net olarak bilmiyorum. Çünkü her birimizin farklı bireyler olduğunu, toplumsal sorumluluklarımızdan ziyade, evvela bireysel sorumluluklarımızın olduğunu düşünüyor bunları gerçekleştirmeden daha ağırlarının altına girmeyi de gerçekçi bulmuyorum. Burada J. Peterson'ın "Önce odanı topla, sonra dünyayı değiştirirsin." fikri devreye giriyor. Önce birey olarak kendimizi tanımalı ve dışardan bir göz gibi tanımlamalıyız. Nelerde eksiğim varsa bunları tamamlayayım, nelerde iyiysem bunların üstüne gidip iyi olduğum konuda bir şeyler üreteyim. Bu alanın bizim gibi gençler için henüz çok kişisel/şahsi olduğunu düşünüyorum. Bize uygun sorumlulukları bulup/keşfedip onları yüklenmeliyiz. Sonrasında neye yeteneğimiz olduğu, neyi iyi yaptığımızı bulursak hayatımız daha anlamlı olacaktır. Belirli bir noktadan sonra ise üretmeye ve Adem gibi Dünya'yı imar etmeye başlayarak, toplumsal anlamda faydalı bir insan olacağız. İşte orada müthiş bir haz yatıyor. Maslow'un piramidinin tepesine çıkacaksınız ve temiz havayı ciğerlerinize doldurup orgazmik bir mutluluk duyacaksınız(pornonun sosyal medyanın, “fast food”un sahte mutluluğuna tamamen zıt bir haz).
Sorun şu ki, piramit çok dik ve çıkması asla kolay değil. Ve siz daha aşağıda 1000 adım atmadan direkt tepeye çıkmak istiyorsunuz. "Neden mutlu olamıyorum?" diyorsunuz ama aşağıdayken mutlu olamamanız gayet normal. Mutluluk(sonsuz bir mutluluktan bahsetmiyorum asla, insan hayatında her zaman keder varolacaktır), huzur ve tatmin duygusu yukarıya çıktıkça, başardıkça tadılabilecek ulvi bir şey. Yatağınızda cinsel organınızla,telefonunuzla oynarken edinebileceğiniz bir duygu değil. O koca mamutu avladığınızda, ailenize taştan bir ev inşa ettiğinizde, bir yıl emek verdiğiniz ekinin hasadını yaptığınızda, sabahlara kadar çalıştığınız o sınavı kazandığınızda, o tezi teslim ettiğinizde, o projeyi sunup anlaşmayı imzaladığınızda edinebileceğiniz bir duygu olduğunu kavrarsanız hayata bakışınız kökten değişir.
3. İşte tam da yukarıdaki paragraf buraya bağlanacak. Peki, tamam ama daha kolay bir yolu yok mu? Hayır, öyle bir yol hiç olmadı ve hiç olmayacak da. Yine semavi dinlerden bir kıssaya bakalım. Peygamber Yunus/Yonah/Jonah, Tanrı tarafından kötülük ve şirkle mücadele etmek için elçi olarak bir kente gönderildi. Tevrat'a göre Yunus hiç o kente gitmeden bir gemiye binip başka bir diyara kaçmaya çalıştı. Kur'an'a göre ise o kentte elçilik görevini yaparken insanların kendisine inanmamasından ötürü öfkelendi ve bir gemiye binip kaçtı. Her iki kıssada da Yunus Peygamber kendisine İlahi Güç tarafından verilen görev, emir ve sorumluluğa dayanamayıp kaçtı. Sorumluluğunu bıraktı, görevini terk etti. Gemide kura çekildi ve Yunus Peygamber gemiden atıldı(Tevrat'a göre Tanrı büyük bir fırtına gönderdi, gemiciler birinin uğursuz olduğunu anladı, kura çektiler ve uğursuz olan Yunus çıktı, gemiden bu yüzden attılar). Sorumluluktan kaçan Yunus Peygamber, gözünü bir balinanın karnında açtı, dev bir karanlıkta(düşüş, dibe vuruş, depresyon). Tanrı'ya dua etti, yanlış bir şey yaptığını anladı ve af diledi(pişmanlık, düzelme isteği). Tanrı onu affetti ve balığın karnından çıkıp baygın bir şekilde karaya sürüklendi. Sonra tekrar sorumluluğunu üstlenerek, görev bilinciyle ve Tanrı'nın emriyle tekrar peygamberlik yaptı. Bu kez insanlar ona iman ettiler(yükseliş, piramidin tepesi, zirve).
Sorumluluk almak ve gelişmek için konfor alanından çıkmamız, bilmediğimiz, korktuğumuz, zorlandığımız şeyler ile yüzleşmemiz gerekiyor. Harry Potter'a bakın. Sanırım Sırlar Odası filmindeydi. Ginny Weasley kaçırılır. Harry Potter ve Ron Weasley, Lockhart'tan kendilerine yardım etmesini isterler ama iş başa düşer. İkisi birlikte Sırlar Odasına inerler(bilinmeyen, korkulan, zorlayıcı şey). Burada kötü biri olan Tom Riddle ile karşılaşırlar(derinlerde yatan benlikleri). Riddle onlara Basilisk adlı yaratıkla saldırır(arzular, korkular, konfor). Harry Potter onu mağlup eder ve kızı kurtarır(başarı meyvesi, piramidin tepesine çıkmak).
Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri hikayesinde şövalyeler Kutsal Kase'yi aramak için bilinmeyen, tehlikeli yollara/yerlere girmek zorunda kalırlar. Kutsal Kase hem dini hem manevi bir semboldür. Hıristiyanlıkta Aramatyalı Yusuf'un Hz. İsa'nın yemek yediği sırada kullandığı kaseyi edinip, Hz.İsa öldükten sonra kanını buna koyduğuna inanılır. Kase mucivezi şeyler yapar, bereket dağıtır ve Aydınlanmanın sembolüdür. Ancak ona erişmek kolay değildir, bunu yalnızca cesur ve korkusuz, Tanrı'ya bağlı şövalyeler zorlu maceralar sonucunda yapabileceklerdir.
Tüm bunlar bize sorumluluk almanın gerekliliği, sorumluluğun nasıl belirlenip üstlenileceği ve başarıya/piramidin tepesine, manevi huzur ve tatmine nasıl ulaşılacağı, bizi bu yolda nelerin beklediği hususunda bir fikir verecektir. Kısacası insan doğası denilen şeyi, Ademoğlunun semavi dinlerdeki yaratılış serüvenini ve gayesini kavramak bunun getirdiği sorumlulukları önce keşfetmek sonra yüklenmek, böylece piramidi yavaş yavaş tırmanmak durumundayız. Bu yolu tercih etmeyenler doğal seçilime uğrayarak yok olup gitmeye mahkum olacaktır.
1.Neden sorumluluk almalıyız?
2.Nasıl sorumluluk almalıyız?
3.Sorumluluk almak ve gelişmek için konfor alanımızdan çıkmak zorunda mıyız?
1. Çok basit bir cevabı var aslında bu sorunun. Hayatta kalabilmek için. Çünkü sorumluluk almayanlar, avlanmayanlar, ekmeyenler, hasat yapmayanlar, tarla sürmeyenler, çalışmayanlar öldüler. Yaşamaya devam edenler bizlerin sorumluluk alan ataları oldular, biz de onların torunları. Sorumluluk almayanlar üretmediler, güçlenmediler, sızlanıp bir köşede oturdular. İhtiyaç duydukları şeylerse onlara gökten verilmedi.

Burada çok ilginç bir kıssa var. Adem ve eşi, çok rahat ve maddi-manevi huzurlu yaşayabilecekleri bir yerdeler(cennet veya Aden Bahçesi). Ancak yine de Tanrı onlara bunu hiçbir karşılık almadan vermiyor. Ödemeleri gereken bir bedel, böyle bir yerde bile hala mevcut. Bir ağacın meyvesinden yememek(kötülük, günah, hak edilmemiş haz). Ancak İblis(kötü düşünceler, depresyon, arzular) onların kanına giriyor(beyni kemiren düşünceler/vesvese). O meyvenin onları sonsuza kadar yaşatacağını veya bir melek yapacağını, Tevrat'ta ise onlara iyiyi ve kötüyü bilme yeteneği vereceğini(sanırım Tanrı olacaklarını vaat ediyor çünkü semavi dinlerde yalnızca Tanrı iyiyi ve kötüyü bilebilir.) söylüyor ve yemeye teşvik ediyor. İşte bu, Adem ve eşinin vermesi gereken bir mücadele. İradelerine sahip çıkmalılar, onlar için o noktada alınması gereken tek sorumluluk bu. Yine de olmuyor, İblis'e(kötü düşünceler, depresyon, arzular) kanıyorlar ve o meyveden yiyorlar. Birbirlerine çıplak oldukları görünüyor(utanç duygusu, şahsiyet kaybı, her şeyini kaybetme). Tanrı onları cennetten/Aden bahçesinden kovuyor. Sorumluluk alamadıkları, sorumlu bir birey gibi davranamadıkları için günahın çukuruna düşüyor ve Tanrı tarafından kovulup terkediliyorlar(düşüş, dibe vurma). Utanıp, pişman olup Tanrı'dan af diliyorlar. Tanrı onları affetse de artık eski konforları bir daha olmayacak. Zor koşullar altında çalışacaklar ve üretecekler yalnızca bu şekilde hayatta kalabilirler(çalışmanın ve sorumluluk yüklenmenin ilk tarihi). Ve Tanrı, Adem'e eşyaların doğasını öğretiyor(bilginin önemi, bilgide doğru kaynağın önemi). Onu yeryüzünde halife olarak görevlendiriyor(üreterek dünyayı maddi-manevi imar etme görevi). Ve O'na peygamberlik veriyor(düşüşten çıkış, yeniden dirilme, zirveye gidiş)

İşte Adem ve Ademoğulları yalnızca çalışıp üreterek hayatta kalabildiler. Diğerleri ise açlıktan, zayıflıktan, sağlıksız olmak ve toplumsal statü düşüklüğünden hiçbir dişiyle eşleşemediler, genlerini sonraki nesillere aktaramadılar. Yapmamız gereken sorumluluk alıp; çalışmak, üretmek, kendimizi ileriye doğru sürekli geliştirmek, toplumsal statümüzü yükseltmek, dünyayı pozitif yönde imar etmek. Ademoğlunun yaratılış amacı semavi dinlerde böyle, buna nihilist ateistler dışında diğer ateistlerin bile itiraz edeceğini sanmıyorum. İnsan doğasının en temelleri(evrimsel biyoloji ve evrimsel sosyolojiden çıkan) dinlerin yaratılış anlatıları ve inançlarıyla örtüşmektedir.
2. Bunun cevabını net olarak bilmiyorum. Çünkü her birimizin farklı bireyler olduğunu, toplumsal sorumluluklarımızdan ziyade, evvela bireysel sorumluluklarımızın olduğunu düşünüyor bunları gerçekleştirmeden daha ağırlarının altına girmeyi de gerçekçi bulmuyorum. Burada J. Peterson'ın "Önce odanı topla, sonra dünyayı değiştirirsin." fikri devreye giriyor. Önce birey olarak kendimizi tanımalı ve dışardan bir göz gibi tanımlamalıyız. Nelerde eksiğim varsa bunları tamamlayayım, nelerde iyiysem bunların üstüne gidip iyi olduğum konuda bir şeyler üreteyim. Bu alanın bizim gibi gençler için henüz çok kişisel/şahsi olduğunu düşünüyorum. Bize uygun sorumlulukları bulup/keşfedip onları yüklenmeliyiz. Sonrasında neye yeteneğimiz olduğu, neyi iyi yaptığımızı bulursak hayatımız daha anlamlı olacaktır. Belirli bir noktadan sonra ise üretmeye ve Adem gibi Dünya'yı imar etmeye başlayarak, toplumsal anlamda faydalı bir insan olacağız. İşte orada müthiş bir haz yatıyor. Maslow'un piramidinin tepesine çıkacaksınız ve temiz havayı ciğerlerinize doldurup orgazmik bir mutluluk duyacaksınız(pornonun sosyal medyanın, “fast food”un sahte mutluluğuna tamamen zıt bir haz).

Sorun şu ki, piramit çok dik ve çıkması asla kolay değil. Ve siz daha aşağıda 1000 adım atmadan direkt tepeye çıkmak istiyorsunuz. "Neden mutlu olamıyorum?" diyorsunuz ama aşağıdayken mutlu olamamanız gayet normal. Mutluluk(sonsuz bir mutluluktan bahsetmiyorum asla, insan hayatında her zaman keder varolacaktır), huzur ve tatmin duygusu yukarıya çıktıkça, başardıkça tadılabilecek ulvi bir şey. Yatağınızda cinsel organınızla,telefonunuzla oynarken edinebileceğiniz bir duygu değil. O koca mamutu avladığınızda, ailenize taştan bir ev inşa ettiğinizde, bir yıl emek verdiğiniz ekinin hasadını yaptığınızda, sabahlara kadar çalıştığınız o sınavı kazandığınızda, o tezi teslim ettiğinizde, o projeyi sunup anlaşmayı imzaladığınızda edinebileceğiniz bir duygu olduğunu kavrarsanız hayata bakışınız kökten değişir.
3. İşte tam da yukarıdaki paragraf buraya bağlanacak. Peki, tamam ama daha kolay bir yolu yok mu? Hayır, öyle bir yol hiç olmadı ve hiç olmayacak da. Yine semavi dinlerden bir kıssaya bakalım. Peygamber Yunus/Yonah/Jonah, Tanrı tarafından kötülük ve şirkle mücadele etmek için elçi olarak bir kente gönderildi. Tevrat'a göre Yunus hiç o kente gitmeden bir gemiye binip başka bir diyara kaçmaya çalıştı. Kur'an'a göre ise o kentte elçilik görevini yaparken insanların kendisine inanmamasından ötürü öfkelendi ve bir gemiye binip kaçtı. Her iki kıssada da Yunus Peygamber kendisine İlahi Güç tarafından verilen görev, emir ve sorumluluğa dayanamayıp kaçtı. Sorumluluğunu bıraktı, görevini terk etti. Gemide kura çekildi ve Yunus Peygamber gemiden atıldı(Tevrat'a göre Tanrı büyük bir fırtına gönderdi, gemiciler birinin uğursuz olduğunu anladı, kura çektiler ve uğursuz olan Yunus çıktı, gemiden bu yüzden attılar). Sorumluluktan kaçan Yunus Peygamber, gözünü bir balinanın karnında açtı, dev bir karanlıkta(düşüş, dibe vuruş, depresyon). Tanrı'ya dua etti, yanlış bir şey yaptığını anladı ve af diledi(pişmanlık, düzelme isteği). Tanrı onu affetti ve balığın karnından çıkıp baygın bir şekilde karaya sürüklendi. Sonra tekrar sorumluluğunu üstlenerek, görev bilinciyle ve Tanrı'nın emriyle tekrar peygamberlik yaptı. Bu kez insanlar ona iman ettiler(yükseliş, piramidin tepesi, zirve).

Sorumluluk almak ve gelişmek için konfor alanından çıkmamız, bilmediğimiz, korktuğumuz, zorlandığımız şeyler ile yüzleşmemiz gerekiyor. Harry Potter'a bakın. Sanırım Sırlar Odası filmindeydi. Ginny Weasley kaçırılır. Harry Potter ve Ron Weasley, Lockhart'tan kendilerine yardım etmesini isterler ama iş başa düşer. İkisi birlikte Sırlar Odasına inerler(bilinmeyen, korkulan, zorlayıcı şey). Burada kötü biri olan Tom Riddle ile karşılaşırlar(derinlerde yatan benlikleri). Riddle onlara Basilisk adlı yaratıkla saldırır(arzular, korkular, konfor). Harry Potter onu mağlup eder ve kızı kurtarır(başarı meyvesi, piramidin tepesine çıkmak).

Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri hikayesinde şövalyeler Kutsal Kase'yi aramak için bilinmeyen, tehlikeli yollara/yerlere girmek zorunda kalırlar. Kutsal Kase hem dini hem manevi bir semboldür. Hıristiyanlıkta Aramatyalı Yusuf'un Hz. İsa'nın yemek yediği sırada kullandığı kaseyi edinip, Hz.İsa öldükten sonra kanını buna koyduğuna inanılır. Kase mucivezi şeyler yapar, bereket dağıtır ve Aydınlanmanın sembolüdür. Ancak ona erişmek kolay değildir, bunu yalnızca cesur ve korkusuz, Tanrı'ya bağlı şövalyeler zorlu maceralar sonucunda yapabileceklerdir.

Tüm bunlar bize sorumluluk almanın gerekliliği, sorumluluğun nasıl belirlenip üstlenileceği ve başarıya/piramidin tepesine, manevi huzur ve tatmine nasıl ulaşılacağı, bizi bu yolda nelerin beklediği hususunda bir fikir verecektir. Kısacası insan doğası denilen şeyi, Ademoğlunun semavi dinlerdeki yaratılış serüvenini ve gayesini kavramak bunun getirdiği sorumlulukları önce keşfetmek sonra yüklenmek, böylece piramidi yavaş yavaş tırmanmak durumundayız. Bu yolu tercih etmeyenler doğal seçilime uğrayarak yok olup gitmeye mahkum olacaktır.