Son Paylaşımlar

Sitemize Hoşgeldiniz NeverFap Türkiye

Bize katılmak için kayıt olabilir veya giriş yapabilirsiniz.

Forum Rehberi >>>

Neverfap Türkiye Forum kurallarını öğrenmeniz ceza almanızı engeller. Kurallarımızı okuyunuz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Yönetimle İletişime Geç >>>

Sitemizi kullanırken yaşadığınız sorun ve önerilerinizi yöneticiler ile paylaşabilirsiniz. Sağdaki simgeye tıklayarak gidebilirsiniz.

Nevrotik Bir Vaka Olarak "İnsan"

Bakenga

Emekli Üretken Üye
Katılım
30 Kas 2020
Mesajlar
129
Tepki puanı
434
Puanları
108
Yaş
28
UYARI: Farkındalığı olmayan(entelektüel bir farkındalık) veya hemen hemen hiç depresyon, sosyal fobi, antisosyal kişilik bozukluğu, anksiyete, nevrotik bozukluk, duygu-durum bozukluğu ve benzeri hiçbir rahatsızlık geçmişi olmayan, extrovert(dışadönük) karakterli kimseler lütfen okumasın! Burada okuduğunuz zaman elinize geçecek herhangi bir şey yok, aksine zararlı çıkabilirsiniz.

Birilerinden Mesihlik bekledim. Kim olursa işte… Bana değer versin, beni dinlesin, beni sevsin, beni bir şekilde kurtarsın. Özellikle bir karşı cins; gözümün içine bakarak, benimle konuşmayı gerçekten isteyerek konuşsun istedim. Mecburiyetten, iş veya aynı ortamı paylaşma sebebiyle değil. Benimle, ben olduğum için vakit geçirmek istesin, istedim. Olmadı. Elimden geleni yapmaya çalıştım. İnsanların gözlerinin içine bakarak onlarla yüksek sesle konuşmaya başladım. Bakımlı olmak için uğraştım, kişisel gelişimimi kenara bırakıp onların boş muhabbetlerine dahi katıldım, hatta kendimi zorlayarak kahkalarla güldüm(iyi bir oyuncuyum). Ve tabii insanlar tarafından mutlaka fark ediliyor, pozitif yönde bir değişim sergilediğini düşünüyorlar ve onlara daha çok benzediğin için seninle biraz daha yakın olmaya başlıyorlar. Ama bu yakınlık bir yere kadar sürüyor, sonra herkes kendi yoluna gidiyor. Kimse sizin ne yaşadığınız, ne hissettiğiniz, neye inandığınız, neye ihtiyaç duyduğunuzla ilgilenmiyor. İnsanların zihninde oluşturduğunuz etiketler çabucak silinmiyor. Sadece o değil sizin çocukluktan getirdiğiniz çevresel etkenlerle şekillenen alışkanlıklarınız, topluma olan bakışınız da kolay kolay değişmiyor. Boş konuşmanın iyi bir şey olmadığını düşünüyorsanız veya size böyle öğretildiyse bir yerden sonra sırf sohbeti devam ettirmek için konuşmak işkence gibi geliyor ya da başkalarının boş muhabbetine katlanamaz oluyorsunuz. Ama inanın insanlar için ne konuştuğunuzun değil, ne kadar çok konuştuğunuzun önemi var. Yeter ki konuşun işte, insanlar arasında vazgeçilmez olursunuz.

Bu benim yetiştirilme tarzıma da, insanlık hakkındaki düşüncelerime de hatta birinci dereceden felsefi konumuma da(psikolojik egoizm ve rasyonel egoizm arası bir yerdeyim) çok ters bir şey olsa bile yaptım ve büyük ihtimalle yapmaya devam edeceğim. Ancak benim hakkımda insanların zihninde yerleşik olan birçok farklı parametre engeli var, burada söylemek istemiyorum, bunları aşmak oldukça zor. Gerekli fiziksel ve zihinsel çabayı harcamak cidden baya yorucu. Karşılığında yalnızlığım bitiyor mu, bitecek mi? Maalesef hayır. Mutlu olacak mıyım? Hayır. İlginçtir ki, asosyalliğin çok dibine vurup deliler gibi siyasi makaleler okuyup-oyun oynadığım 10 yıl önceki zamanlarda saf bir şekilde mutluydum. Hayat yaşanabilirdi ve tek sorun okulun sıkıcılığıydı. Bir an önce eve gidip okumak, müzik dinlemek, oyun oynamak, "chat yapmak"tan oluşan o dünyama kendimi atmak istiyordum(internetin yeni yeni yaygınlaştığı zamanlardı 2008-2011 arası). Şimdi ne yaparsam yapayım o seviyeye hiçbir zaman erişemiyorum. Bu sanırım farkındalık ile alakalı. Evet, artık ben farkındayım. Neyin mi? Yaşadığımın, zamanın çok hızlı aktığının, hayatta çok önemsediğimiz birçok şeyin aslında anlamsız ve bomboş olduğunun ve bir gün öleceğimin. Önceden neydim o halde! Sanırım otomatik pilot gibi bir şey oluyor bu durum ve bu dış dünyada gördüğünüz insanların önemli bir kısmında, yaşa bakmaksızın, mevcut o yüzden bu kadar umursamaz ve mutlular. Ama biraz okuyup eden, biraz araştıran, düşünen, sorgulayan insanlar yavaş yavaş o farkındalık düzeyine erişiyorlar ve saf mutluluktan adım adım uzaklaşıyorlar.

“Yemin ederim size baylar, her şeyin tam anlamıyla farkında olmak bir hastalıktır; hem de tümüyle gerçek bir hastalık.” Dostoyevski

Hayvanlara bazı davranış biçimlerimizle çok benzediğimiz aşikar. Yalnız kalmaktan korkmak ve diğer türdeşlerimize çok önem vermek de bununla alakalı bir durum. Atalarımız yalnız kalmamaya ve ne olursa olsun topluma uyum sağlamaya çalışmışlardır. Sebebi ise gayet basit ve temel bir şey; hayatta kalma içgüdüsü. Çünkü yalnız başınıza avlanmak çok zor, kendinizi vahşi hayvanlara karşı korumak çok zor, alet yapmak çok zor. Kalabalık ve işbölümü sizi bu yüklerden kurtarıyor ve hayatta kalma olasılığınızı müthiş bir şekilde arttırıyor. Bu yüzden yalnız kalmaktan veya toplumdan atılmaktan/dışlanmaktan çok korkuyoruz. Hatta belki de bunun için verdiğimiz psikolojik reaksiyonlar (hüzün, depresyon) bu arkaik içgüdülerimizin bir eseri ki bize “yalnız kalmanın kötü bir şey olduğunun” sinyalini versin. Keşişler ise fiziksel tüm ihtiyaçlarımızı ve tepkilerimizi bir kenara bırakıp dağlarda, ormanlarda; erişebilecekleri en üst zihinsel seviyeye erişmek için yalnız kalmışlardır ve doğalarının gerekliliklerine karşı mücadele etmişlerdir.

Peki yalnız kalma korkunuzu tetikleyen etkenler sadece bunlar mı? Hayır, bir diğer önemli etken; üreme/neslini devam ettirme içgüdüsü. Hayatta kalma içgüdüsüne çok benzeyen ve aralarında birçok bağ bulunan bir içgüdü bu. Üremek istiyoruz ki bununla ilgili organlarımız ve arzularımız var. Ve ihtiyacımız olan şey bir karşı cins. Onun vücuduna karşı beynimiz ve vücudumuz tepkiler veriyor(hormonlar, dopamin). Çünkü en temel içgüdülerimizden birini doyuruyoruz. Ve bu sadece cinsel bir tatmin meselesi değil, onun size gülmesi, gözlerinize bakması veya size hoş birkaç kelime söylemesi; sizin bu yolda ilerlediğinizin, onun size değer verdiğinin, üreme/neslinizi devam ettirme potansiyelinizin gittikçe arttığının bir işareti. Böylece hem hayatta kalma içgüdülerinizi hem de üreme içgüdünüzü tatmin etmiş veya bastırmış oluyorsunuz.

Öyleyse tüm bunlar için değer yargılarımızdan, karakterimizden, alışkanlıklarımızdan, inançlarımızdan ve bizi biz(beni ben) yapan birçok şeyden ödün vermek durumunda kaldığımız ortada. Peki kendimizden vazgeçişimiz, herkes gibi olma çabamız sonuç verir mi, mutlu olur muyuz? Yukarıda da dediğim gibi büyük ihtimalle hayır. Çünkü “bastırdığımız ben” ile “toplumun olmamızı istediği ben” arasında hep bir nevroz var olacaktır. Ya tam tersi? Yani olduğumuz kişi olup, toplumun değer yargılarını umursamasak ve gitgide yalnızlaşsak(neet veya hikikomori gibi)? Bu sefer de, dışlanmışlığın ve kendini soyutlamışlığın verdiği bir vicdan azabı, doğamız gereği(yukarıda sebeplerini saymıştım) bizi hep takip edecek ve yine nevrozlar var olacaktır. Nevrotik bir vaka olmaktan kurtuluş yok mu? Ben henüz keşfedemedim. Üstelik az önce karakter, değer yargıları, inanç vs. derken birtakım insanlar için en önemli şeyden “din”den hiç bahsetmedim bile. Çünkü onun insan doğasıyla yarattığı nevrozlar bambaşka boyutlarda. Umarım ona bir başka yazıda değinirim. Biraz tehlikeli sular olduğu için acele etmek istemiyorum. Bu yazıyı bile neden yazdığımı bilmiyorum. Öyle kafamı biraz kustum hepsi bu.

Ha bir de şunu ekleyeyim; az önce farkındalık demiştim ya, işte ona bir de tüm bunların farkında olmayı ekleyin yani insan doğasının bu olduğunun kurduğumuz ve değer verdiğimiz birçok ilişkinin temellerinde bu kadar basit ve mekanik şeyler yattığının, neredeyse her şeyin ihtiyaç ve tatmin ikilisiyle birlikte anlaşılabildiğinin farkında olmayı; o zaman işler çok daha karmaşıklaşıyor…

Dipnot: Joker, Dorian Gray, Raskolnikov, Travis Bickle, Joseph Merrick ve Martin Eden yazdıklarıma iyi birer örnek olabilir. Ve tabii ki Schopenhauer okunmadan insan doğasıyla ilgili birçok şey eksik kalır.
 

purplesox05

Mars Yolcusu
Katılım
31 Ocak 2021
Mesajlar
75
Tepki puanı
157
Puanları
43
Çok düşünmek ve sorgulamak insanı her zaman mutlu etmiyor. Boşuna dememişler, en mutlu insan aptal insandır diye. Ergenlik dönemlerimiz aynı sanırım. Oyun oynamak ve pornografi en büyük eğlencemdi. Bütün günümü Counter-Strike oynayarak geçirebilirdim. Sonra ne oldu, bir kıza aşık oldum; daha doğrusu aşık olduğumu sandım. Aslında aşk diye bir şey de yokmuş zaten. Tabi ki reddedildim, depresyon, mutsuzluk, zaten var olan anksiyete... iyice bela oldular başıma. Sonra "no-fap" ile tanıştım. Kadınlara karşı olan bakış açımı değiştirdim, aslında açı falan kalmadı ortada; silip süpürdüm geçmişi. Daha küçüktüm liseye yeni geçmiştim, sosyal hayatım pek iyi sayılmazdı hatta hiç iyi sayılmazdı. Şarkı dinlemeyi severdim, şiir yazmayı severdim. Çok iyi futbol oynardım ve çevremdeki çoğu arkadaşımın ya da düzeltiyorum hepsinin "iyi" futbol oynadığım için çevremde olduklarını düşünürdüm ki bence öyleydi. Değişim kararları aldım, anarşist yapım ve düşüncelerim devam etti. Üniversiteye geçtiğimde kimseye "eyvallahım" yoktu. Yurt dışına gittim çalışmaya, anksiyete azaldı ama hala devam ediyor. Çok zorlandım, küfürler ettim diğer insanlara. Peki ne geçti elime? Hiçbir şey! Sanki zorlukların içine doğmuş gibi hissettim çoğu zaman. Kadınların pek ilgisini çekemedim, yani en azından ben böyle düşünüyorum. Acımasızdı hayat, bir veriyorsa iki alıyordu geri. Ben ona o "iki"yi vermemeye çalıştım. Zorlanmadan aldı tabi elimden. Yasaları var sanki bu gezegenin, fakat bu yasalar insan tarafından ya da herhangi bir varlık tarafından konulmuş yasalar değil. Bu yasalar sanki gerçek bile değiller ama varlar.

Sözlerimi şu şekilde bitirmek istiyorum. Tahminen en fazla 50 sene, en az 1 saniye ömrüm var ve ben bunları yazarken o 1 saniyeyi atlattım. Benden önce yaşamışlar milyarlarca canlı öldüler ve belki de onların hepsi iz bıraktılar, küçük veya büyük. Yaptığımız her eylem bir sonraki eylemin hazırlayıcısı. Sebep-sonuç ilişkisi. Her şey ama her şey bu ilişki üzerine kurulu. Her şeyin bir nedeni var dostlar ve özellikle sen sevgili arkadaşım Bakenga bunu unutma. Biz ve diğer insanlar (çünkü her insan bir şekilde diğer insanlara bağlıdır, kelebek etkisi) kazandığımız ya da kaybettiğimiz sahip olduğumuz veya özlemini çektiğimiz her şey için neden sunduk "everene". Şimdi o "evren" sunduklarımızı geri veriyor bize, istesek de istemesek de. Saygı ve sevgilerle...
 

Bakenga

Emekli Üretken Üye
Katılım
30 Kas 2020
Mesajlar
129
Tepki puanı
434
Puanları
108
Yaş
28
Sevgili dostum purplesox05 , anladığım kadarıyla deterministsin. Ben özlemini çektiğim, kaybettiğim hiçbir şey için "evren"e bir neden sunmadım. Zaten öyle bir varlığı tanımıyorum(hem gerçek hem mecazi anlamda). Yani başıma gelen şeylerin önemli bir kısmı benim iznim veya kontrolümde olmadı, üzgünüm.
 

izleyici1

Yoda
Katılım
13 Tem 2020
Mesajlar
528
Tepki puanı
762
Puanları
160
arkadaşlar dini ikinci plana atmayın
niye var olduğumuz neden sonuç sebep
hepsi kuranda yazıyor
insan yerin göğün yaratılışı konusunda düşünmesi güzel bir şeydir
bunlar insanın yaratılış sebebidir hayvan değiliz
hayatı filim hikaye müzikten diziden öğrenmeyelim bunlar sonuçta kurmaca
şeytan hepimizin düşüncelerinde bize yorgunluk verebiliyor
yani kirlenmemiş insan yok gibi
 

purplesox05

Mars Yolcusu
Katılım
31 Ocak 2021
Mesajlar
75
Tepki puanı
157
Puanları
43
Sevgili dostum purplesox05 , anladığım kadarıyla deterministsin. Ben özlemini çektiğim, kaybettiğim hiçbir şey için "evren"e bir neden sunmadım. Zaten öyle bir varlığı tanımıyorum(hem gerçek hem mecazi anlamda). Yani başıma gelen şeylerin önemli bir kısmı benim iznim veya kontrolümde olmadı, üzgünüm.
Dostum, aslında aynı şeyden bahsediyoruz; kesinlikle haklısın hayatındaki her şeyin diyemem ama çoğu şeyin sorumlusu sen değilsin ve senin kontrolünde var olmadı. Ama şunu da göz ardı etmemeni isterim ki, dünyada sadece bir tane canlı ya da varlık olsaydı ki bunu bütün evren için de söyleyebiliriz, o zaman işler değişirdi. Örnek olarak bütün evren sadece sen varsın gerisi kocaman bir boşluk. Ne hayvan var ne bitki ne taş ne bulut ne de dünya. Diğer gezegenler, yıldızlar, güneş sistemi, kara delikler... bunların hiç biri yok. Sadece sen varsın. İşte yalnız o zaman bütün kontrol sende olabilir. O zaman da hayat baya sıkıcı olurdu, şimdi olduğundan bile sıkıcı. Eminim çok kötü şeyler yaşamışsındır, ben de yaşadım, diğerlerimiz de yaşamıştır eminim. Her ne kadar sana fikir aşılama çabalarımın sonuçsuz kalacağını bilsem de yine de sana bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Hiç birimiz insan olarak özel değiliz, bizi özel yapan ya da yapmayan şey kümülatif bir şekilde biriken geçmişimiz belki de genlerimiz. Senin de dahil kimsenin "özel" olmadığını unutma dostum ve elinden gelenin en iyisini yap. Biliyorum bunları söylemem yersiz, sen bunları zaten biliyorsun yine de söylemek istedim. Sevgiler.
 

JakeDunn

Admin
Topluluk Yöneticisi
Katılım
22 Tem 2020
Mesajlar
715
Tepki puanı
2,324
Puanları
200
Web Sitesi
neverfapturkiye.com
UYARI: Farkındalığı olmayan(entelektüel bir farkındalık) veya hemen hemen hiç depresyon, sosyal fobi, antisosyal kişilik bozukluğu, anksiyete, nevrotik bozukluk, duygu-durum bozukluğu ve benzeri hiçbir rahatsızlık geçmişi olmayan, extrovert(dışadönük) karakterli kimseler lütfen okumasın! Burada okuduğunuz zaman elinize geçecek herhangi bir şey yok, aksine zararlı çıkabilirsiniz.

Birilerinden Mesihlik bekledim. Kim olursa işte… Bana değer versin, beni dinlesin, beni sevsin, beni bir şekilde kurtarsın. Özellikle bir karşı cins; gözümün içine bakarak, benimle konuşmayı gerçekten isteyerek konuşsun istedim. Mecburiyetten, iş veya aynı ortamı paylaşma sebebiyle değil. Benimle, ben olduğum için vakit geçirmek istesin, istedim. Olmadı. Elimden geleni yapmaya çalıştım. İnsanların gözlerinin içine bakarak onlarla yüksek sesle konuşmaya başladım. Bakımlı olmak için uğraştım, kişisel gelişimimi kenara bırakıp onların boş muhabbetlerine dahi katıldım, hatta kendimi zorlayarak kahkalarla güldüm(iyi bir oyuncuyum). Ve tabii insanlar tarafından mutlaka fark ediliyor, pozitif yönde bir değişim sergilediğini düşünüyorlar ve onlara daha çok benzediğin için seninle biraz daha yakın olmaya başlıyorlar. Ama bu yakınlık bir yere kadar sürüyor, sonra herkes kendi yoluna gidiyor. Kimse sizin ne yaşadığınız, ne hissettiğiniz, neye inandığınız, neye ihtiyaç duyduğunuzla ilgilenmiyor. İnsanların zihninde oluşturduğunuz etiketler çabucak silinmiyor. Sadece o değil sizin çocukluktan getirdiğiniz çevresel etkenlerle şekillenen alışkanlıklarınız, topluma olan bakışınız da kolay kolay değişmiyor. Boş konuşmanın iyi bir şey olmadığını düşünüyorsanız veya size böyle öğretildiyse bir yerden sonra sırf sohbeti devam ettirmek için konuşmak işkence gibi geliyor ya da başkalarının boş muhabbetine katlanamaz oluyorsunuz. Ama inanın insanlar için ne konuştuğunuzun değil, ne kadar çok konuştuğunuzun önemi var. Yeter ki konuşun işte, insanlar arasında vazgeçilmez olursunuz.

Bu benim yetiştirilme tarzıma da, insanlık hakkındaki düşüncelerime de hatta birinci dereceden felsefi konumuma da(psikolojik egoizm ve rasyonel egoizm arası bir yerdeyim) çok ters bir şey olsa bile yaptım ve büyük ihtimalle yapmaya devam edeceğim. Ancak benim hakkımda insanların zihninde yerleşik olan birçok farklı parametre engeli var, burada söylemek istemiyorum, bunları aşmak oldukça zor. Gerekli fiziksel ve zihinsel çabayı harcamak cidden baya yorucu. Karşılığında yalnızlığım bitiyor mu, bitecek mi? Maalesef hayır. Mutlu olacak mıyım? Hayır. İlginçtir ki, asosyalliğin çok dibine vurup deliler gibi siyasi makaleler okuyup-oyun oynadığım 10 yıl önceki zamanlarda saf bir şekilde mutluydum. Hayat yaşanabilirdi ve tek sorun okulun sıkıcılığıydı. Bir an önce eve gidip okumak, müzik dinlemek, oyun oynamak, "chat yapmak"tan oluşan o dünyama kendimi atmak istiyordum(internetin yeni yeni yaygınlaştığı zamanlardı 2008-2011 arası). Şimdi ne yaparsam yapayım o seviyeye hiçbir zaman erişemiyorum. Bu sanırım farkındalık ile alakalı. Evet, artık ben farkındayım. Neyin mi? Yaşadığımın, zamanın çok hızlı aktığının, hayatta çok önemsediğimiz birçok şeyin aslında anlamsız ve bomboş olduğunun ve bir gün öleceğimin. Önceden neydim o halde! Sanırım otomatik pilot gibi bir şey oluyor bu durum ve bu dış dünyada gördüğünüz insanların önemli bir kısmında, yaşa bakmaksızın, mevcut o yüzden bu kadar umursamaz ve mutlular. Ama biraz okuyup eden, biraz araştıran, düşünen, sorgulayan insanlar yavaş yavaş o farkındalık düzeyine erişiyorlar ve saf mutluluktan adım adım uzaklaşıyorlar.



Hayvanlara bazı davranış biçimlerimizle çok benzediğimiz aşikar. Yalnız kalmaktan korkmak ve diğer türdeşlerimize çok önem vermek de bununla alakalı bir durum. Atalarımız yalnız kalmamaya ve ne olursa olsun topluma uyum sağlamaya çalışmışlardır. Sebebi ise gayet basit ve temel bir şey; hayatta kalma içgüdüsü. Çünkü yalnız başınıza avlanmak çok zor, kendinizi vahşi hayvanlara karşı korumak çok zor, alet yapmak çok zor. Kalabalık ve işbölümü sizi bu yüklerden kurtarıyor ve hayatta kalma olasılığınızı müthiş bir şekilde arttırıyor. Bu yüzden yalnız kalmaktan veya toplumdan atılmaktan/dışlanmaktan çok korkuyoruz. Hatta belki de bunun için verdiğimiz psikolojik reaksiyonlar (hüzün, depresyon) bu arkaik içgüdülerimizin bir eseri ki bize “yalnız kalmanın kötü bir şey olduğunun” sinyalini versin. Keşişler ise fiziksel tüm ihtiyaçlarımızı ve tepkilerimizi bir kenara bırakıp dağlarda, ormanlarda; erişebilecekleri en üst zihinsel seviyeye erişmek için yalnız kalmışlardır ve doğalarının gerekliliklerine karşı mücadele etmişlerdir.

Peki yalnız kalma korkunuzu tetikleyen etkenler sadece bunlar mı? Hayır, bir diğer önemli etken; üreme/neslini devam ettirme içgüdüsü. Hayatta kalma içgüdüsüne çok benzeyen ve aralarında birçok bağ bulunan bir içgüdü bu. Üremek istiyoruz ki bununla ilgili organlarımız ve arzularımız var. Ve ihtiyacımız olan şey bir karşı cins. Onun vücuduna karşı beynimiz ve vücudumuz tepkiler veriyor(hormonlar, dopamin). Çünkü en temel içgüdülerimizden birini doyuruyoruz. Ve bu sadece cinsel bir tatmin meselesi değil, onun size gülmesi, gözlerinize bakması veya size hoş birkaç kelime söylemesi; sizin bu yolda ilerlediğinizin, onun size değer verdiğinin, üreme/neslinizi devam ettirme potansiyelinizin gittikçe arttığının bir işareti. Böylece hem hayatta kalma içgüdülerinizi hem de üreme içgüdünüzü tatmin etmiş veya bastırmış oluyorsunuz.

Öyleyse tüm bunlar için değer yargılarımızdan, karakterimizden, alışkanlıklarımızdan, inançlarımızdan ve bizi biz(beni ben) yapan birçok şeyden ödün vermek durumunda kaldığımız ortada. Peki kendimizden vazgeçişimiz, herkes gibi olma çabamız sonuç verir mi, mutlu olur muyuz? Yukarıda da dediğim gibi büyük ihtimalle hayır. Çünkü “bastırdığımız ben” ile “toplumun olmamızı istediği ben” arasında hep bir nevroz var olacaktır. Ya tam tersi? Yani olduğumuz kişi olup, toplumun değer yargılarını umursamasak ve gitgide yalnızlaşsak(neet veya hikikomori gibi)? Bu sefer de, dışlanmışlığın ve kendini soyutlamışlığın verdiği bir vicdan azabı, doğamız gereği(yukarıda sebeplerini saymıştım) bizi hep takip edecek ve yine nevrozlar var olacaktır. Nevrotik bir vaka olmaktan kurtuluş yok mu? Ben henüz keşfedemedim. Üstelik az önce karakter, değer yargıları, inanç vs. derken birtakım insanlar için en önemli şeyden “din”den hiç bahsetmedim bile. Çünkü onun insan doğasıyla yarattığı nevrozlar bambaşka boyutlarda. Umarım ona bir başka yazıda değinirim. Biraz tehlikeli sular olduğu için acele etmek istemiyorum. Bu yazıyı bile neden yazdığımı bilmiyorum. Öyle kafamı biraz kustum hepsi bu.

Ha bir de şunu ekleyeyim; az önce farkındalık demiştim ya, işte ona bir de tüm bunların farkında olmayı ekleyin yani insan doğasının bu olduğunun kurduğumuz ve değer verdiğimiz birçok ilişkinin temellerinde bu kadar basit ve mekanik şeyler yattığının, neredeyse her şeyin ihtiyaç ve tatmin ikilisiyle birlikte anlaşılabildiğinin farkında olmayı; o zaman işler çok daha karmaşıklaşıyor…

Dipnot: Joker, Dorian Gray, Raskolnikov, Travis Bickle, Joseph Merrick ve Martin Eden yazdıklarıma iyi birer örnek olabilir. Ve tabii ki Schopenhauer okunmadan insan doğasıyla ilgili birçok şey eksik kalır.
Doğduğumda bana dikte edilen dine mensuptum. Sonra farkına vardıkça zihnimdeki bariyerlerin kırıldığını hissettim.(Çoğu insanın sandığı gibi kötü birisi değilim.) Farkında olduğum için geceleri ayakta duramıyorum. Hormonların aşırı salgılanması aşırı düşünmemi tetikliyor. Tek bir dilek hakkım olsaydı bu kadar fazla düşünmemek isterdim.
'İnsanoğlu çok derin bir varlıktır. Ben tanrı olsaydım bu kadar derin yaratmazdım.''
Fyodor Dostoyevski
edit: Mutluluğu ne kadar kovalarsan o kadar senden kaçar.
 

Bakenga

Emekli Üretken Üye
Katılım
30 Kas 2020
Mesajlar
129
Tepki puanı
434
Puanları
108
Yaş
28
izleyici1 Lütfen bilmeden konuşmayınız. İncil ve Tevrat'ı okudum. Dinler Ansiklopedisi okudum ki bu Okyanusya dinlerinden bile haberim var demek. Kur'an'ı kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum bile (5-6 kez belki) ve hala okurum. Müslümanım. Dini görevlerimi yerine getiriyorum. Kur'an'da insan ve cinlerin kulluk etmek için yaratıldığı söyleniyor. Peki Allah neden "varlığı" yarattı? Dikkat edin soru bizim açımızdan neden yaratıldığı değil, Allah gibi müthiş yüce bir varlık bizi neden yarattı? Bilinmek için, sanatı ortaya çıksın diye falan bunlar çok saçma cevaplar. Allah'ın bunların hiçbirine ihtiyacı olmadığını inanan herkes bilir. Yine Kur'an'da dağlara bu teklifin yüklendiği ama dağların bunu kabul etmediği ancak insanların cahil olduğu için kabul ettiği ve yüklendiği söylenir. Ancak bana böyle bir şey sorulmadı ve ben de kabul etmedim. Ruhlar alemi diyeceksiniz ben öyle bir alem olduğuna inanmıyorum. Dolayısıyla dinde açıklayamadığım bazı şeyler olabilir. Ve ben tüm bunları kabul ederek bu dine inanıyorum. Allah ve ahiretin olduğuna ise hiç şüphem yok. Ancak Kur'an'ın içinde her şey yok. Birçok soru zihnimize geliyor. Soruların çok büyük bir kısmı "imtihan" ile gerçekten çözülüyor. Ancak pratikte insan bazı şeyleri kaldıramıyor, yine de sabretmeye çalışıyorum.
Kadınların Kur'an'da erkekleri huzura kavuşturmak için aralarında sevgi ve merhamet var ederek yaratması ile ilgili bir ayet olmasına rağmen dünyada birçok erkek yalnız yaşıyor ve ölüyor. Yani bu erkekler en temel nimetten faydalanamıyorlar doğal olarak bu insanların sorgulaması gayet normal. Ama tek çözüm "diş sıkmak". Bunun gibi birçok örnek var ama uzamasın.
 

Bakenga

Emekli Üretken Üye
Katılım
30 Kas 2020
Mesajlar
129
Tepki puanı
434
Puanları
108
Yaş
28
Dostum, aslında aynı şeyden bahsediyoruz; kesinlikle haklısın hayatındaki her şeyin diyemem ama çoğu şeyin sorumlusu sen değilsin ve senin kontrolünde var olmadı. Ama şunu da göz ardı etmemeni isterim ki, dünyada sadece bir tane canlı ya da varlık olsaydı ki bunu bütün evren için de söyleyebiliriz, o zaman işler değişirdi. Örnek olarak bütün evren sadece sen varsın gerisi kocaman bir boşluk. Ne hayvan var ne bitki ne taş ne bulut ne de dünya. Diğer gezegenler, yıldızlar, güneş sistemi, kara delikler... bunların hiç biri yok. Sadece sen varsın. İşte yalnız o zaman bütün kontrol sende olabilir. O zaman da hayat baya sıkıcı olurdu, şimdi olduğundan bile sıkıcı. Eminim çok kötü şeyler yaşamışsındır, ben de yaşadım, diğerlerimiz de yaşamıştır eminim. Her ne kadar sana fikir aşılama çabalarımın sonuçsuz kalacağını bilsem de yine de sana bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Hiç birimiz insan olarak özel değiliz, bizi özel yapan ya da yapmayan şey kümülatif bir şekilde biriken geçmişimiz belki de genlerimiz. Senin de dahil kimsenin "özel" olmadığını unutma dostum ve elinden gelenin en iyisini yap. Biliyorum bunları söylemem yersiz, sen bunları zaten biliyorsun yine de söylemek istedim. Sevgiler.

Fikirlerine katılmıyorum ama saygı duyuyorum. Ben, "ben" olarak özelim ve "biriciğim". Başka hiçbir varlık benim değerimi belirleyemez. Genlerim, evren, şu-bu hiçbir şey umurumda değil. "Ben" varım. Ve "ben" olmasam sizi algılayamayacağım için sizin olup olmamanızın hiçbir önemi de yok. Konu dışına çıktık ama aslında zaten ortada bir konu da yok, rastgele yazdım kafamdakileri. Bir önceki mesajında bahsettiğin şeylerin bir kısmına katılıyorum bu arada. Küfretmek, isyan etmek bir işe yaramıyor. Ben de manevi ya da entelektüel bir çözüm arıyorum. Ancak bu dünyada düşünülmemiş bir şey yok zaten. Mistisizm veya Budizm tüm bu insan doğasından çıkan sorunlara tepki olarak çıkmış zaten. Ama maalesef benim felsefeme tamamen ters inançlar bunlar :)
 

purplesox05

Mars Yolcusu
Katılım
31 Ocak 2021
Mesajlar
75
Tepki puanı
157
Puanları
43
Fikirlerine katılmıyorum ama saygı duyuyorum. Ben, "ben" olarak özelim ve "biriciğim". Başka hiçbir varlık benim değerimi belirleyemez. Genlerim, evren, şu-bu hiçbir şey umurumda değil. "Ben" varım. Ve "ben" olmasam sizi algılayamayacağım için sizin olup olmamanızın hiçbir önemi de yok. Konu dışına çıktık ama aslında zaten ortada bir konu da yok, rastgele yazdım kafamdakileri. Bir önceki mesajında bahsettiğin şeylerin bir kısmına katılıyorum bu arada. Küfretmek, isyan etmek bir işe yaramıyor. Ben de manevi ya da entelektüel bir çözüm arıyorum. Ancak bu dünyada düşünülmemiş bir şey yok zaten. Mistisizm veya Budizm tüm bu insan doğasından çıkan sorunlara tepki olarak çıkmış zaten. Ama maalesef benim felsefeme tamamen ters inançlar bunlar :)
Teşekkürler yanıtın için, üstüne bir şey eklemeye ihtiyaç duymuyorum. Güzel bir sohbetti.
 

Bakenga

Emekli Üretken Üye
Katılım
30 Kas 2020
Mesajlar
129
Tepki puanı
434
Puanları
108
Yaş
28
Doğduğumda bana dikte edilen dine mensuptum. Sonra farkına vardıkça zihnimdeki bariyerlerin kırıldığını hissettim.(Çoğu insanın sandığı gibi kötü birisi değilim.) Farkında olduğum için geceleri ayakta duramıyorum. Hormonların aşırı salgılanması aşırı düşünmemi tetikliyor. Tek bir dilek hakkım olsaydı bu kadar fazla düşünmemek isterdim.

edit: Mutluluğu ne kadar kovalarsan o kadar senden kaçar.
Maalesef düşünmek senin de belirttiğin gibi pratikte pek de işe yarayan bir şey değil. Hem kendi kendimizi bitiriyoruz hem de sosyal hayatımızı etkiliyor. İnan bazen düşünceli olmaktan sosyal hayatta geri planda kalıyorum. Ve bu tarz şeyler üzerine çok düşündüğünüz zaman birçok sohbet konusu ilgi çekmemeye başlıyor. Sosyal hayattaki önemli görünen birçok şeyin aslında ne kadar kıymetsiz olduğu ortaya çıkıyor. Ve diğer insanlardan bilişsel olarak üstün olduğunuzu düşündüğünüz anda onlara olan ilginizi kaybetmeye başlıyorsunuz.
 

Bravo

Merkür Yolcusu
Katılım
6 Kas 2020
Mesajlar
124
Tepki puanı
178
Puanları
58
Çocukken ne kadar saf güldüğümü hatırlıyorum.Sanki dünyada hiç bir problem yoktu.Herkes böyle oluyor.Sonra zamanla güzelim çocukluğumuzu kaybedip,sistemin kölesi oluyoruz..
Dün 3-4 tane çocukluk arkadaşımla görüştüm kaç yıl sonra.Birlikte eğlenceli şeyler yaptık.Ama ayrılırken düşünmeye başladım.Sanki bişeyler değişmişti.Küçükken sadece oynayan,gülen biz şimdi kim daha iyi üniversitede,kim daha iyi yerde çalışıyor gibi şeylere bakıyorduk.Bunu anladığım an çocukluğumu sonsuzadek kaybettiğimi bir kez daha anladım.Düşünsenize en güzel anılarınızı yaşadığınız arkadaşlarınızla samimi şekilde bir-birinize bakamıyorsunuz.Ya kendiniz üstün görüyorsunuz ya da ezik hissediyorsunuz.Ve dışarda kimle sohbet etseniz bu psikoloji hemen devreye giriyor.
Bilmiyorum bunları neden yazdığımı.Çocukluğumu çok özlüyorum.Sonu ve amacı olmayan yarışmalardan yoruldum.

 

izleyici1

Yoda
Katılım
13 Tem 2020
Mesajlar
528
Tepki puanı
762
Puanları
160
hocam az çok hepimizin psikolojik sorunları var
en basitinden ortam bir hayli bozuk
eğitim sistemi bir çöplük
siyaset hakaret küfür saygısızlık üzerine kurulu
iş hayatında iş ahlakıda iflas etmiş durumda
imamlık memurluk emeklilik bencil insanların elinde
gençlerin gelecekten umudu yok
maddiyat maneviyatın bir hayli önünde
dindar geçinenler faiz ve gösteriş içinde
bu durumda samimi bir müslümanlıktanda bahsetmek mümkün değil
kuranı bir kaç defa okuduğuna göre
tahminimce bu çelişkiyi zaten farketmişsindir
 
B

Brock

Misafir
T
UYARI: Farkındalığı olmayan(entelektüel bir farkındalık) veya hemen hemen hiç depresyon, sosyal fobi, antisosyal kişilik bozukluğu, anksiyete, nevrotik bozukluk, duygu-durum bozukluğu ve benzeri hiçbir rahatsızlık geçmişi olmayan, extrovert(dışadönük) karakterli kimseler lütfen okumasın! Burada okuduğunuz zaman elinize geçecek herhangi bir şey yok, aksine zararlı çıkabilirsiniz.

Birilerinden Mesihlik bekledim. Kim olursa işte… Bana değer versin, beni dinlesin, beni sevsin, beni bir şekilde kurtarsın. Özellikle bir karşı cins; gözümün içine bakarak, benimle konuşmayı gerçekten isteyerek konuşsun istedim. Mecburiyetten, iş veya aynı ortamı paylaşma sebebiyle değil. Benimle, ben olduğum için vakit geçirmek istesin, istedim. Olmadı. Elimden geleni yapmaya çalıştım. İnsanların gözlerinin içine bakarak onlarla yüksek sesle konuşmaya başladım. Bakımlı olmak için uğraştım, kişisel gelişimimi kenara bırakıp onların boş muhabbetlerine dahi katıldım, hatta kendimi zorlayarak kahkalarla güldüm(iyi bir oyuncuyum). Ve tabii insanlar tarafından mutlaka fark ediliyor, pozitif yönde bir değişim sergilediğini düşünüyorlar ve onlara daha çok benzediğin için seninle biraz daha yakın olmaya başlıyorlar. Ama bu yakınlık bir yere kadar sürüyor, sonra herkes kendi yoluna gidiyor. Kimse sizin ne yaşadığınız, ne hissettiğiniz, neye inandığınız, neye ihtiyaç duyduğunuzla ilgilenmiyor. İnsanların zihninde oluşturduğunuz etiketler çabucak silinmiyor. Sadece o değil sizin çocukluktan getirdiğiniz çevresel etkenlerle şekillenen alışkanlıklarınız, topluma olan bakışınız da kolay kolay değişmiyor. Boş konuşmanın iyi bir şey olmadığını düşünüyorsanız veya size böyle öğretildiyse bir yerden sonra sırf sohbeti devam ettirmek için konuşmak işkence gibi geliyor ya da başkalarının boş muhabbetine katlanamaz oluyorsunuz. Ama inanın insanlar için ne konuştuğunuzun değil, ne kadar çok konuştuğunuzun önemi var. Yeter ki konuşun işte, insanlar arasında vazgeçilmez olursunuz.

Bu benim yetiştirilme tarzıma da, insanlık hakkındaki düşüncelerime de hatta birinci dereceden felsefi konumuma da(psikolojik egoizm ve rasyonel egoizm arası bir yerdeyim) çok ters bir şey olsa bile yaptım ve büyük ihtimalle yapmaya devam edeceğim. Ancak benim hakkımda insanların zihninde yerleşik olan birçok farklı parametre engeli var, burada söylemek istemiyorum, bunları aşmak oldukça zor. Gerekli fiziksel ve zihinsel çabayı harcamak cidden baya yorucu. Karşılığında yalnızlığım bitiyor mu, bitecek mi? Maalesef hayır. Mutlu olacak mıyım? Hayır. İlginçtir ki, asosyalliğin çok dibine vurup deliler gibi siyasi makaleler okuyup-oyun oynadığım 10 yıl önceki zamanlarda saf bir şekilde mutluydum. Hayat yaşanabilirdi ve tek sorun okulun sıkıcılığıydı. Bir an önce eve gidip okumak, müzik dinlemek, oyun oynamak, "chat yapmak"tan oluşan o dünyama kendimi atmak istiyordum(internetin yeni yeni yaygınlaştığı zamanlardı 2008-2011 arası). Şimdi ne yaparsam yapayım o seviyeye hiçbir zaman erişemiyorum. Bu sanırım farkındalık ile alakalı. Evet, artık ben farkındayım. Neyin mi? Yaşadığımın, zamanın çok hızlı aktığının, hayatta çok önemsediğimiz birçok şeyin aslında anlamsız ve bomboş olduğunun ve bir gün öleceğimin. Önceden neydim o halde! Sanırım otomatik pilot gibi bir şey oluyor bu durum ve bu dış dünyada gördüğünüz insanların önemli bir kısmında, yaşa bakmaksızın, mevcut o yüzden bu kadar umursamaz ve mutlular. Ama biraz okuyup eden, biraz araştıran, düşünen, sorgulayan insanlar yavaş yavaş o farkındalık düzeyine erişiyorlar ve saf mutluluktan adım adım uzaklaşıyorlar.



Hayvanlara bazı davranış biçimlerimizle çok benzediğimiz aşikar. Yalnız kalmaktan korkmak ve diğer türdeşlerimize çok önem vermek de bununla alakalı bir durum. Atalarımız yalnız kalmamaya ve ne olursa olsun topluma uyum sağlamaya çalışmışlardır. Sebebi ise gayet basit ve temel bir şey; hayatta kalma içgüdüsü. Çünkü yalnız başınıza avlanmak çok zor, kendinizi vahşi hayvanlara karşı korumak çok zor, alet yapmak çok zor. Kalabalık ve işbölümü sizi bu yüklerden kurtarıyor ve hayatta kalma olasılığınızı müthiş bir şekilde arttırıyor. Bu yüzden yalnız kalmaktan veya toplumdan atılmaktan/dışlanmaktan çok korkuyoruz. Hatta belki de bunun için verdiğimiz psikolojik reaksiyonlar (hüzün, depresyon) bu arkaik içgüdülerimizin bir eseri ki bize “yalnız kalmanın kötü bir şey olduğunun” sinyalini versin. Keşişler ise fiziksel tüm ihtiyaçlarımızı ve tepkilerimizi bir kenara bırakıp dağlarda, ormanlarda; erişebilecekleri en üst zihinsel seviyeye erişmek için yalnız kalmışlardır ve doğalarının gerekliliklerine karşı mücadele etmişlerdir.

Peki yalnız kalma korkunuzu tetikleyen etkenler sadece bunlar mı? Hayır, bir diğer önemli etken; üreme/neslini devam ettirme içgüdüsü. Hayatta kalma içgüdüsüne çok benzeyen ve aralarında birçok bağ bulunan bir içgüdü bu. Üremek istiyoruz ki bununla ilgili organlarımız ve arzularımız var. Ve ihtiyacımız olan şey bir karşı cins. Onun vücuduna karşı beynimiz ve vücudumuz tepkiler veriyor(hormonlar, dopamin). Çünkü en temel içgüdülerimizden birini doyuruyoruz. Ve bu sadece cinsel bir tatmin meselesi değil, onun size gülmesi, gözlerinize bakması veya size hoş birkaç kelime söylemesi; sizin bu yolda ilerlediğinizin, onun size değer verdiğinin, üreme/neslinizi devam ettirme potansiyelinizin gittikçe arttığının bir işareti. Böylece hem hayatta kalma içgüdülerinizi hem de üreme içgüdünüzü tatmin etmiş veya bastırmış oluyorsunuz.

Öyleyse tüm bunlar için değer yargılarımızdan, karakterimizden, alışkanlıklarımızdan, inançlarımızdan ve bizi biz(beni ben) yapan birçok şeyden ödün vermek durumunda kaldığımız ortada. Peki kendimizden vazgeçişimiz, herkes gibi olma çabamız sonuç verir mi, mutlu olur muyuz? Yukarıda da dediğim gibi büyük ihtimalle hayır. Çünkü “bastırdığımız ben” ile “toplumun olmamızı istediği ben” arasında hep bir nevroz var olacaktır. Ya tam tersi? Yani olduğumuz kişi olup, toplumun değer yargılarını umursamasak ve gitgide yalnızlaşsak(neet veya hikikomori gibi)? Bu sefer de, dışlanmışlığın ve kendini soyutlamışlığın verdiği bir vicdan azabı, doğamız gereği(yukarıda sebeplerini saymıştım) bizi hep takip edecek ve yine nevrozlar var olacaktır. Nevrotik bir vaka olmaktan kurtuluş yok mu? Ben henüz keşfedemedim. Üstelik az önce karakter, değer yargıları, inanç vs. derken birtakım insanlar için en önemli şeyden “din”den hiç bahsetmedim bile. Çünkü onun insan doğasıyla yarattığı nevrozlar bambaşka boyutlarda. Umarım ona bir başka yazıda değinirim. Biraz tehlikeli sular olduğu için acele etmek istemiyorum. Bu yazıyı bile neden yazdığımı bilmiyorum. Öyle kafamı biraz kustum hepsi bu.

Ha bir de şunu ekleyeyim; az önce farkındalık demiştim ya, işte ona bir de tüm bunların farkında olmayı ekleyin yani insan doğasının bu olduğunun kurduğumuz ve değer verdiğimiz birçok ilişkinin temellerinde bu kadar basit ve mekanik şeyler yattığının, neredeyse her şeyin ihtiyaç ve tatmin ikilisiyle birlikte anlaşılabildiğinin farkında olmayı; o zaman işler çok daha karmaşıklaşıyor…

Dipnot: Joker, Dorian Gray, Raskolnikov, Travis Bickle, Joseph Merrick ve Martin Eden yazdıklarıma iyi birer örnek olabilir. Ve tabii ki Schopenhauer okunmadan insan doğasıyla ilgili birçok şey eksik kalır.
Mutsuz olmamin farkinda olmamaktan mutsuz olduğumun farkinda olmaya geçiş yaptım bende. Mutsuz olmamın farkında olmamaya devam etseydim bugün normal sayıcaktım mutsuzluğu. Bugün farknda olduğumdan bunun anormal olduğunu görüyorum. Bence suç farkındaliğin değil ; geçmişte beni bu denli mutsuzluğa iten farkındalıksızlığım. Ama işte bazen tamda suçun bunda olduğunun farkında olupta elimden bişey gelmediği zamanlar oluyor.bu yüzdende geçmişteki bilinçsizliğimin sonuçlarının bugün farkında olmak bana acı veren şey oluyor.
 

Gelişimsabırister

Uranüs Yolcusu
Katılım
5 Kas 2020
Mesajlar
281
Tepki puanı
381
Puanları
111
Yazın güzeldi. Seni genel olarak anladığımı hissettim. Hayatta seçimlerimizin rolü olduğunu düşünüyorum. Seçim yaparak değişiyor her şey. Bazı şeyler kader evet. Degismeyen şeyler var ama genel olarak hayatta ne ekersen onu biçersin.

Birinden mesihlik beklemen yanlış olmuş baştan. Kurtarilma ihtiyacın neyden kaynaklanıyor? Yazın çok güzel o kadar güzel kurban rolündesin ki ne diyeceğimi bilemedim. Psikolog olsam açıklardım. Bence konuşarak halledebilecegin sorunlar. Bi tane samimi arkadaşın olsa belki de hiç bu kadar düşüncelere girmezdin. Aslında kendimi gördüm yazında. Aramızdaki fark ben bunları düşünmüyorum. İçimde hala umut var. Hic sevilmedim hiç hissettirmedi kimse.(karşı cins olarak) Fakat bu benim uzak durmamla da alakalı. Simdilerde kendimi zihinsel olarak açtım. Anksiyete bende de var. Sırf heyecanlanıyorum diye hoşlandığım insanla konuşamamak çok acı veriyordu. Bu yüzden o acıyan taraflarımı kestim bir süre duygusuz dolaştım. Simdi yeniden ümitleniyorum yavaştan. Zamana bırakıyorum eğer yine zorlanirsam biriyle konuşup aşmak istiyorum bunlari.
 

Bakenga

Emekli Üretken Üye
Katılım
30 Kas 2020
Mesajlar
129
Tepki puanı
434
Puanları
108
Yaş
28
Yazın güzeldi. Seni genel olarak anladığımı hissettim. Hayatta seçimlerimizin rolü olduğunu düşünüyorum. Seçim yaparak değişiyor her şey. Bazı şeyler kader evet. Degismeyen şeyler var ama genel olarak hayatta ne ekersen onu biçersin.

Birinden mesihlik beklemen yanlış olmuş baştan. Kurtarilma ihtiyacın neyden kaynaklanıyor? Yazın çok güzel o kadar güzel kurban rolündesin ki ne diyeceğimi bilemedim. Psikolog olsam açıklardım. Bence konuşarak halledebilecegin sorunlar. Bi tane samimi arkadaşın olsa belki de hiç bu kadar düşüncelere girmezdin. Aslında kendimi gördüm yazında. Aramızdaki fark ben bunları düşünmüyorum. İçimde hala umut var. Hic sevilmedim hiç hissettirmedi kimse.(karşı cins olarak) Fakat bu benim uzak durmamla da alakalı. Simdilerde kendimi zihinsel olarak açtım. Anksiyete bende de var. Sırf heyecanlanıyorum diye hoşlandığım insanla konuşamamak çok acı veriyordu. Bu yüzden o acıyan taraflarımı kestim bir süre duygusuz dolaştım. Simdi yeniden ümitleniyorum yavaştan. Zamana bırakıyorum eğer yine zorlanirsam biriyle konuşup aşmak istiyorum bunlari.
Ben ekmediğim şeyleri biçtim ve biçmeye de devam ediyorum. Ayrıca kendi kendimi kurban rolüne sokacak kadar zavallı ve ahmak olduğumu düşünmüyorum. Mesihlik beklemenin yanlış olduğunu ben de biliyorum ancak öyle bir durumda(mücadele etmenize rağmen ilerleme kaydedemeyince) artık birinin/bir şeyin elinizden tutup o b*ktan halden çıkarmasını beklemekten başka çare kalmıyor. Zaten yazıda bunu tenkit ediyorum. Bunu anlatacak samimiyette bir arkadaşım veya aile üyem yok. Ve artık ümitvar olacak bir yaşta değilim.
 

Gelişimsabırister

Uranüs Yolcusu
Katılım
5 Kas 2020
Mesajlar
281
Tepki puanı
381
Puanları
111
Ben ekmediğim şeyleri biçtim ve biçmeye de devam ediyorum. Ayrıca kendi kendimi kurban rolüne sokacak kadar zavallı ve ahmak olduğumu düşünmüyorum. Mesihlik beklemenin yanlış olduğunu ben de biliyorum ancak öyle bir durumda(mücadele etmenize rağmen ilerleme kaydedemeyince) artık birinin/bir şeyin elinizden tutup o b*ktan halden çıkarmasını beklemekten başka çare kalmıyor. Zaten yazıda bunu tenkit ediyorum. Bunu anlatacak samimiyette bir arkadaşım veya aile üyem yok. Ve artık ümitvar olacak bir yaşta değilim.
Ne yaşadın bilmiyorum. Sen çaba harcamazsan kimse sana yardım edemez. Psikologa gittin mi? Samimi olmasan da birine anlatmaya çalıştın mı? Kapatma kendini. Ümit her zaman vardır bunun yaşla bi ilgisi yok. 25 yaş geç bir yaş değil.
 
B

Brock

Misafir
Ben ekmediğim şeyleri biçtim ve biçmeye de devam ediyorum. Ayrıca kendi kendimi kurban rolüne sokacak kadar zavallı ve ahmak olduğumu düşünmüyorum. Mesihlik beklemenin yanlış olduğunu ben de biliyorum ancak öyle bir durumda(mücadele etmenize rağmen ilerleme kaydedemeyince) artık birinin/bir şeyin elinizden tutup o b*ktan halden çıkarmasını beklemekten başka çare kalmıyor. Zaten yazıda bunu tenkit ediyorum. Bunu anlatacak samimiyette bir arkadaşım veya aile üyem yok. Ve artık ümitvar olacak bir yaşta değilim.
Biz en azindan yanlisligin farkindayiz ve debeleniyoruz.koskoca toplumlar bu halinden memnun ve farkinda degil mutsuzluğunun. "Abd bilmemne Biri bize bi oyun yapıyor" diyerek te bu farkindasizliklarinida yuceltiyorlar kurban olarak. Bende yaparim ara ara bunu sucu kendimde bulmadigim zamanlarda
 

cgang

Neptün Yolcusu
Katılım
12 May 2021
Mesajlar
206
Tepki puanı
489
Puanları
111
Çocukken ne kadar saf güldüğümü hatırlıyorum.Sanki dünyada hiç bir problem yoktu.Herkes böyle oluyor.Sonra zamanla güzelim çocukluğumuzu kaybedip,sistemin kölesi oluyoruz..
Dün 3-4 tane çocukluk arkadaşımla görüştüm kaç yıl sonra.Birlikte eğlenceli şeyler yaptık.Ama ayrılırken düşünmeye başladım.Sanki bişeyler değişmişti.Küçükken sadece oynayan,gülen biz şimdi kim daha iyi üniversitede,kim daha iyi yerde çalışıyor gibi şeylere bakıyorduk.Bunu anladığım an çocukluğumu sonsuzadek kaybettiğimi bir kez daha anladım.Düşünsenize en güzel anılarınızı yaşadığınız arkadaşlarınızla samimi şekilde bir-birinize bakamıyorsunuz.Ya kendiniz üstün görüyorsunuz ya da ezik hissediyorsunuz.Ve dışarda kimle sohbet etseniz bu psikoloji hemen devreye giriyor.
Bilmiyorum bunları neden yazdığımı.Çocukluğumu çok özlüyorum.Sonu ve amacı olmayan yarışmalardan yoruldum.

Duran yerde depresiyaya düşdüm ?
Necəsən Neyniyirsen ? Həyat necə gedir ?
 

alikronikro

Ay Yolcusu
Katılım
24 Şub 2021
Mesajlar
25
Tepki puanı
43
Puanları
16
izleyici1 Lütfen bilmeden konuşmayınız. İncil ve Tevrat'ı okudum. Dinler Ansiklopedisi okudum ki bu Okyanusya dinlerinden bile haberim var demek. Kur'an'ı kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum bile (5-6 kez belki) ve hala okurum. Müslümanım. Dini görevlerimi yerine getiriyorum. Kur'an'da insan ve cinlerin kulluk etmek için yaratıldığı söyleniyor. Peki Allah neden "varlığı" yarattı? Dikkat edin soru bizim açımızdan neden yaratıldığı değil, Allah gibi müthiş yüce bir varlık bizi neden yarattı? Bilinmek için, sanatı ortaya çıksın diye falan bunlar çok saçma cevaplar. Allah'ın bunların hiçbirine ihtiyacı olmadığını inanan herkes bilir. Yine Kur'an'da dağlara bu teklifin yüklendiği ama dağların bunu kabul etmediği ancak insanların cahil olduğu için kabul ettiği ve yüklendiği söylenir. Ancak bana böyle bir şey sorulmadı ve ben de kabul etmedim. Ruhlar alemi diyeceksiniz ben öyle bir alem olduğuna inanmıyorum. Dolayısıyla dinde açıklayamadığım bazı şeyler olabilir. Ve ben tüm bunları kabul ederek bu dine inanıyorum. Allah ve ahiretin olduğuna ise hiç şüphem yok. Ancak Kur'an'ın içinde her şey yok. Birçok soru zihnimize geliyor. Soruların çok büyük bir kısmı "imtihan" ile gerçekten çözülüyor. Ancak pratikte insan bazı şeyleri kaldıramıyor, yine de sabretmeye çalışıyorum.
Kadınların Kur'an'da erkekleri huzura kavuşturmak için aralarında sevgi ve merhamet var ederek yaratması ile ilgili bir ayet olmasına rağmen dünyada birçok erkek yalnız yaşıyor ve ölüyor. Yani bu erkekler en temel nimetten faydalanamıyorlar doğal olarak bu insanların sorgulaması gayet normal. Ama tek çözüm "diş sıkmak". Bunun gibi birçok örnek var ama uzamasın.
Kardeşim, Allah insana dağların yüklenmeyi kabul etmediği bir emanet verdi ve bizler, bizden öncekiler ve gelecek olanlar; hepimiz bu emaneti kabul eden, Allah'ın muhatap olduğu kimseleriz. Eğer bu emanet akdimizi dün veya on beş yıl önceki bir olay gibi hatırlasaydık zaten "imtihan" diye bir şey olmazdı. Dolayısıyla senin "bana böyle bir şey sorulmadı ve ben de kabul etmedim" demen hiç anlamlı değil. Allah'ın kitabını yargılayıcı bir yaklaşımla okursak iyi cevaplar alabileceğimizi zannetmiyorum. Kalbimizi de zihnimizi de açık tutmak zorundayız. Şu aşikar ki önyargılarımız ve günahlarımız zihnimize ve kalbimize kenet vurur, adete onları işlevsiz hale getirir. Buradaki topluluk üyeleri olarak kesinlikle günahkar kimseleriz. Çok kötü bir işe bulaşmış haldeyiz. Aklımızı ve kalbimizi kullanarak; kendimize gelerek bu işten derhal vazgeçmeliyiz. Bu illetin gücünü asla küçümseyemeyiz ve bunun hayatımıza getirdiği, farkında olalım veya olmayalım, büyük yıkımları gözardı edemeyiz. Problemlerimizin kökünde kalbimizi ve zihnimizi sinsice körelten bu hastalığın olduğunu fark etmeliyiz. Sen, ben ve buradaki herkes, yaşanılan "varlık sancısının" ardında kalplere ve zihinlere verilen ağır hasarların yatıyor olduğu hakikatini kabul etmedikçe daha çok acı çeker olacak.

"(Benden onlara) De ki: 'Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü aşan kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir.' " (Zümer,53)

Allah'tan bizlere bu süreci atlatacak maddi ve manevi kuvveti vermesini ve hayatın anlamını, misyonunu kavrayıp tertemiz bir şekilde ruhlarımızı teslim almasını diliyorum. Selamlar.
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape5
shape6
Üst