Bir yerde okumuştum. Bağımlılığa en yatkın fareler yalnız ve sıkılan farelermiş. Dolayısıyla bizlerin de yalnız olduğu zaman bağımlılıklara daha çok yenilebileceğimizi iddia ediyordu. Mesela yalnızsak ve evde oturuyorsak ne yaparız? Oyun oynarız, film izleriz ya da bir şeyler yeriz. Ders çalışmak bile arkadaşlarla daha kolay değil midir yalnız olmaya kıyasla? Ne düşünüyorsunuz?
Ben yalnız bir vatandaşım. Üniversiteden birkaç arkadaş vardı ama onlarla da aram bozuldu, darbe yiyorum hep. Genelde kenarda dışlanmış birisi oluyorum. PMO olsun başka bağımlılıklar olsun kendi başıma yenmem daha mu zordur? Bağımlılıklardan kurtulmak için başkalarına ihtiyaç duyma düşüncesi bile beni kahrediyor. Aciz hissettiriyor. Yalnız yapabilmeliyim diyorum ama beceremiyorum bazı şeyleri. Eğer bu meseleler başkalarıyla ilgili olmayıp yalnızca benle alakalıysa o zaman rahat bir nefes alabileceğim.
Bahsettiğiniz fareler kısmı ile ilgili okuduğum bir kitapta bahsediliyordu (umarım kitaplardan alıntı yapmak telif hakkı kapsamında değildir) :
Bazı insanların bağımlılığa daha yatkın olduğunu, diğerlerinin onlara göre daha dirençli olduğunu uzun zamandan beri biliyoruz. Bu farkı açıklamak için geliştirilen biyolojik tabanlı birçok açıklama çabasına rastlayabilirsiniz. Doğuştan bazı kimyasalların miktarlarının az yahut fazla olması, gelişimsel sorunlar, beslenme yahut duygusal çevre sorunları gibi sayısız faktör etkenler arasında sayılabiliyor.
Bununla birlikte artık bir insanın bağımlılık potansiyelini en çok etkileyen faktörlerden birisinin sosyal yalıtım ve yalnızlık olduğunu; diğer insanlarla duygusal ilişkilerin sağlıklı bir biçimde kurulamamasının en etkili nedenlerden birisi olduğunu biliyoruz. Böyle bir "yalnızlık" hali birçok insanı keyif verici maddeler, yıkıcı veya uyuşturucu (alışveriş, kumar veya pornografi gibi) davranışlar aracılığıyla bir şekilde kendilerini tatmin etmeye yönlendirebiliyor. Bu tip bağımlılık yapıcı madde ve davranışların ortak özelliği ise özellikle beynimizin ödül sistemlerini aşırı derecede uyarması ve bu uyarıma insanların gittikçe daha fazla ihtiyaç duyması şeklinde özetlenebiliyor. Fakat bu basit açıklama, neden herkesin bağımlı olmadığını anlamamızı sağlamıyor. Zira bu beyin bölgeleri ve ödül sistemleri hepimizin beyninde mevcut ve aktif durumda. Aradaki farkı yaratan başka bir şeyler olmalı.
1970'li yıllarda farelerde yapılan bağımlılık çalışmalarında ortaya çıkan bazı ilginç sonuçların 1990'lara hatta 2000'lere kadar genel dolaşıma girmesi oldukça zor olmuştu. Halbuki bağımlılık meselesinin sadece kimyasal bir sorun olmadığını aslında en azından bazı bilim insanları o dönemlerde fark etmişlerdi.
Laboratuvarda deney hayvanları ile yapılan bağımlılık deneyleri temelde basittir: Deney hayvanları kafeslerinde yahut yaşam ortamlarında mesela kokainli veya alkollü su gibi uyuşturucu özelliği taşıyan kimi maddelere maruz bırakılır. Tabii ki bir süre sonra bu hayvanların hemen hepsi bu uyuşturuculara bağımlı hale gelirler. Fakat bir ara, farelerin de bizim gibi "sosyal hayvanlar" olmasından yola çıkan bir araştırma grubu, hayvanların kafeslerde yalnız başına ve stresli bir ortamda bulunmasını dikkate alarak, böyle bir ortamın hayvanları bağımlı yapma potansiyelinin daha yüksek olabileceğini düşünüyor. İyi ki de düşünüyorlar... Zira hemen sonra, bu bağımlılık deneylerini fareler için oldukça farklı bir ortamda yapmaya karar veriyorlar. Bu farklı ortam "Fare Parkı (Rat Park)" olarak biliniyor.
Fare Parkı, bir fare yahut sıçanın isteyebileceği her şeyi; erkek ve dişi diğer fareler, oyuncaklar, sığınma alanları, bol yem ve su gibi her türlü bileşeni en iyi oranlarda içerecek şekilde tasarlanmış bir alan. Fareleri böyle bir ortama koyduktan sonra, onlara kokain ile su alternatif olarak sunulduğunda, tahmin edeceğiniz üzere fareler artık kokain bağımlısı olmuyorlar. Güzelce gidip yemeklerini yiyor ve arada da sularını içiyorlar. Bazılarının sadece arada bir kokainli suyu az miktarda tükettiği görülüyor. Bu da insanlardaki rahatlama ve eğlence amaçlı ilaç kullanımına yani bağımlı olmayıp da arada bir uyarıcı yahut uyuşturucu madde kullanan insanların davranışlarına çok benziyor. Kısacası, ortam fareler için "şenlikli" oldukça kalıcı bir bağımlılık etkisi gözlemlenmiyor.
Hikayenin bir başka ilginç tarafı daha var. Tek başlarına kaldıkları kafeslerde bol miktarda uyuşturucu madde mâruziyeti neticesinde bağımlı hale gelmiş hayvanlar bu "Fare Parkı"na kondukları zaman, günler içerisinde bağımlılık davranışlarında bir azalma ve normal beslenme döngüsüne geri dönüş izleniyor. Yani bundan önce "kimyasal olarak ödül sistemi üzerinden bağımlı olduğu düşünülen" bu farelere adeta mucizevi bir şey oluyor ve Fare Parkı'nda mutlu mesut yaşamlarına geçiş yaptıklarında, bir anda düzeliveriyorlar!
Bu deneylerin sonuçları, uzunca bir süre önce yayınlanmış olmasına rağmen özellikle bilim camiasındaki insanların ilgisini çok fazla çekmeyi başaramamıştı. Çünkü bu açıklamanın karşısında "bağımlılığın kimyasal teorisi" olarak özetlenebilecek harika ve basit bir açıklama vardı. Belli kimyasal maddeler yahut vücutta ki bu kimyasal maddelere duyarlı moleküler alıcılar (reseptörler) üzerinden yapılan biyokimyasal açıklamalar hem gayet anlaşılırdı hem bizim için işi oldukça basitleştiriyordu ve hem de ilaç araytırmalarına önemli bir alt yapı ile gerekçe sağlıyordu. Çoğunun faydasız olduğunu bilsek de ilaçla bağımlılık tedavisi yaklaşımlarına umut bağlamak her zaman daha kolay gelmekteydi. İşin içine sosyallik gibi ölçümü ve tanımı zor kavramların girmesi, muhtemelen bu basit kimyasal ön kabullerle yarışamayacak kadar "yakışıksız" görünüyor olmalıydı.
2000'li yıllardan itibaren artık bağımlılığın en etkin tedavisinin; bağımlı insanları gerçekten sevgiyle kabullenilebilecekleri gerçek bir sosyal ortama sokarak, bozulmuş olan sosyal bağlarının tekrar kurulabilmesiyle mümkün olabileceğini yeniden anlamaya başladık. Artık bağımlılığı ilaçlarla neden kalıcı olarak tedavi edemeyeceğimizi daha iyi anlıyoruz. Bizler sadece kimyasal, molekül gruplarından müteşekkil robotlar değiliz. Çok ciddi sosyokültürel ihtiyaçlarımız var ve bunları tatmin edemediğimiz zaman sağımız solumuz hiç belli olmayabiliyor.
Burada birkaç noktayı dikkatle vurgulamakta fayda var. Fare Parkı deneyi kısaca özetlemeye çalıştığım gibi kesin sonuçları olan bir deney değildir. Üzerinde çok tartışmalar yürütülen, itiraz edeni çok olan bir çalışmadır. Ayrıca doğrudan insanlara uygulanabilir bir deney de değildir. Çünkü insanlar için böyle "mükemmel" bir ortamı yaratmak neredeyse hiçbir zaman mümkün olmayacaktır; orası kesin. Bunların yanı sıra bağımlılık konusunda elbette bağımlılık yapan maddenin cinsi, kişinin biyokimyasal özellikleri, genetik mirası, yaşı, sosyoekonomik durumu gibi birçok etken de sosyal ortam kadar etkilidir. Bunların hepsi muhakkak göz önüne alınması gereken gerçeklerdir. Fare Parkı deneyinin bize hatırlattığı en önemli gerçek, farelerin bile "sadece kimyasal etkilerle" hareket eden basit canlılar olmadığıdır. Dolayısıyla insan söz konusu olduğunda durum tabiatıyla biraz daha karmaşık bir hale gelecektir.
Ana konumuza bağlayalım: Önümüzdeki dönemlerde bu dijital dünyanın her yanımızı iyiden iyiye kuşatacağı günler geldiğinde "Dijital bağımlılıkla nasıl başa çıkacağız?" sorusu ana sorunlarımızdan birisi olacak gibi duruyor. Gerçekten de bizi gerçek sosyal ilişkilerden koparacak, yatak odalarımıza dahi misafir olacak ve hatta belki yakında bedenlerimizin içerisine kadar girecek teknolojik gelişmelerle hayatımızın her anını kaplayacak kadar belirgin hale gelecek dijital teknolojiyle sıkı bir sınava girmemiz kaçınılmaz olacak. Bence bilmemiz ve unutmamamız gereken en önemli gerçek, en az 200 bin senelik bir maziye dayanan beynimizin bu gelişmeler karşısında oldukça savunmasız bir durumda kalabileceğidir.
(Sinan Canan İFA, İlişkiler Ve Stres, Sayfa 88-91 )