26.01.2022-Çarşamba
“Hayat nerede başlıyor, oyun nerede bitiyor hiç anlamıyorum. “
Fazla bencil bir tavır takınıyorum bazen. Kibirli, gururlu bir insan oluyorum. Peki insan bunu nasıl yener ki? Cimri bir insan nasıl eli açık olur? Öyle ya bunlar kötü huylar ve Payot’un dediğine göre bırakılabilmesi gerekiyor. Nereden oluyor bunlar? Anlatmıyorlar, bende anlamıyorum zaten. Öylece tesadüfü bir gelişim bekliyorum işte. Biri, bir şey gelsin diye bekleyip duruyorum ama ne kadar da bekleyip duruyorum öyle! Hayatımın kendi çerçevemde yaşamaya çalıştıkça monotonluk beni yutuyor. Belki de bu yüzdendir ki fap batağına bile bile atıyorum kendimi. Ne durdurur bunu? Neden bu psikolojik soruların cevabı yok? Gerçi bu sorular yeni çıkmış gibi değil mi? Eskiden kimse sormazdı bunları? Ufaktılar ama mutluydular. Mutluluk kelimesi, neyle bağlantılı olursa olsun bireyde bitiyor gibi.
Ailemin yanındayım ama gelecek hep bir endişe! Bilinmeyen bir endişe. Yo bundan korkmuyorum. Ama bir anlık gözüme ölüm geliyor. Annemin ve babamın ölümü. Böyle bir şok hiç yaşamadım. Alışırım biliyorum. En büyük insanı özellik buymuş zaten, alışmak. Aşağılık bir özellikmiş bu alışmak! Ölüme dahi alışmak! Ne demek bu? Ama alışmasan nasıl yaşarsın? Beynin düşünmeden bazı şeyleri yapmazsa nasıl düşünmesi gereken şeylere vakit ayıracak?
Başta demiştik, oyun gibi bir hayat diye… Oyunlarda yaşayanlar adlı kitapta geçiyor o söz. Okumadım ama okuyacağım. Oğuz Atay’ı geç buldum ama iyi ki buldum. Popüler bir imge, hakkında çeşitli sahte alıntılar, filmlere ve dizilere konu olmuş bir adam. Anlaşılmamış ve anlaşılmayan ve günümüzde dahi anlaşılmayan ve romanlarını dahi anlaşılmayacak şekilde yazan bir adam… Gerçek neydi? Boş ver gerçeği getir orada Hitler’i, Gazali’yi… Konuştur gitsin. Kim karışacak? Zihnime pranga koyamazlar ya! Elimde kalan tek şey o zaten. Hayal dünyam… çünkü orada hayal kırıklıklarına yer yok. Kendim kadar hayal kuruyorum fazla düşünmüyorum.
Neyse fazla etkilendim galiba. Boş verin bütün bunları, denemek gerek. Planlar gerek, yarın ölünce anlatacak bir hikâye lazım. …’un hikayesi diye bir hikâye. Elimden geleni yaptığımı ya da yapmasam bile denediğimi gösteren bir hikâye. Yazalım mı böyle bir hikâye? Bu öyle kalemle olacak gibi değil. Hayatımızla oynamamız gereken bir yazı. Mürekkebi kan olan ve acıyla yazılan bir hikâye.
02.02.2022-Çarşamba
Sorunlarım var… Çözmem gereken sorunlarım. Kendimi aşağıya indirmeden yukarı çıkarak çözmem gereken sorunlarım. Her şey çok karışık. Aslında her şey karışık değilde bir bütün olduğunda görülmez ve işin içinden çıkılmaz oluyor. Her bir şey kendi başına küçük ve çözülecek düzeyde ama hepsi aynı anda vakit ayrılması gereken şeyler olunca, insan zamanını planlayamıyor. Birini kaybedince hepsi gidiyor gibi oluyor. Neydi bunların içinde en önemlisi? Dinim mi? Kendim mi? Mesleğim mi? Diğer insanlar mı? Yoksa bambaşka bir şey mi? Bana sorarsanız hepsi önemli ve zaman ayırmak gerekiyor. Düzenli ve planlı şekilde zaman ayırmak gerekiyor. Bundan daha önemli bir sorun var ama; Bir şeye nasıl zaman ayırırsınız? O zamanı ayırmak ne demektir? Her bir alan kendi çapında kendine has vakit ayırma yöntemlerini gerektiriyor. Mesleğim için alt başlıklar oluşuyor. Bunların alt başlıkları ve onu nasıl araştırıp öğreneceğim tam bir muamma. İşin garip tarafı bunu nasıl yapacağım anlatılmıyor. Benim bulmam gerekiyor. Okul tam bir vakit kaybı… Tamam bunu şüpheye düşerek yazdım. İşler bocalıyor, her şeyi tek tek ele mi alsam acaba? Her alanda sadece bir konu… Olabilir ama sağlam düşünmek gerekiyor. Ara tatil biraz beni durdurdu. Düzeni kurmam gerekiyor.
Biraz bocaladım, şeker yiyorum, bu tip yanlışlar yapıyorum. Bunlar beni aşağı kısa sürede düşürmez ama en sonunda inanılmaz düşerim (düşmüştük zaten değil mi) . Bu kadar yeter…
10.02.2021-Perşembe
“Hayatım ciddiye alınmasını istemediğim bir oyundu”
Tutunmayanlara başladım. Aslında hafiften ağır geleceğini biliyorum. Dostoyevski kitaplarını bitirmeyi planlıyorum ardından ise Oğuz Atay kitaplarını. Bu kitabı ise dayanamayıp araya serpiştirdim. Biliyorum öyle araya serpiştirilecek bir kitap değil. İleride tekrar okuyacağıma eminim, gelecek benle, yeni bir bakış açısıyla Atay’a yeniden bakmam gerekeceğini biliyorum. Şimdilik şöyle bir göz atmak amacıyla okuyorum. İleride eski okuduğumda hiçbir şey okumadığımı anlamak için belki de…
Kısa süre önce son kez PMO yapmıştım. Libidom yeniden tavana vurmaya başladı. Rüyamda cinsel içerikli şeyler görüyorum. Beynim beni zorluyor mast yapmak için. Basit bir üreme güdüsü ama oldukça güçlü, özellikle sabah vakitleri. Foruma ara sıra girip, çıktım. Neler değişmiş, neler konuşulmuş bir bakmak istedim. Pek bir şeyin farklı olduğunu görmedim. 90 gün ayrı kalacağım. Bu sürede bazı konularda çeviriler yapıp, yazılar yazıyorum. Geri döndüğümde paylaşacağım.
Gelecek kaygısı gene beni bulmuş durumda. Hayatımda kendim için özel bir şey bulmak istiyorum. Ama bu ne olsa gerek? Bir şeyler hoşuma gidiyor ama sanal dünyamdan çıkamıyorum. Baştan beri içinde bulunduğum hayal dünyam bana ihanet ediyor. Beni zindanına kapatıyor, oysa bu zindanın duvarları otlar, çiçekler ve yeşillikler ile dolu. Beni salsa, ormanla buluşsam, neşelensem, ağlasam… Ama büyük bir korku vardı değil mi? Hayal kırıklığı vardı, sonra insanlar vardı… Korkum, cesaretimi yeniyor. Tek başıma yapabilecek durumda değilim. Bunu yıkmama gerek yok aslında. Çünkü zaten hiçbir yerde tek başına iş yapmazsın. Hep birileri olur. Hayallerini çalanlar ve seni hayata bağlayanlar… Olduğum bölümde hep yarım yamalak iş yapıyorum. Her şeyin bir ucundan tutuyorum en sonunda ise hepsini kaçırıyorum (ya da öyle sanıyorum). Daha işin başındayız, olumsuz bir intiba yarattım belki de ama iş öyle değil. Derslerde başarılıyım ama kendimi bulamıyorum. Ezberci bir şekilde öğreniyorum. Kendimi vereceğim işi bulamıyorum. Hani demiştik;
“Mutluluğa ancak fedakârlık yaparak erişilir!”
Bir seçim yaptığımda diğer hepsinden feragat etmem gerekiyor ve yüzdeye vurduğumuzda seçtiğim şey %1’lik bir alan bile kaplamaz. İşte bu yüzden hayat iki şeyin toplamı galiba; Seçimler ve fedakarlıklar… Fedakarlıklardan korkmamak ve seçimlerde cesur olmak gerek. Peki nasıl emin olacağız? Bu doğru nasıl diyeceğiz? Olasılık her zaman bizim yanımızda olmuyor. Gökten işaret gelmiyor. Seçmemiz gerekiyor ama belki de yanlış yapıyorum. Hayat bu işte! Ne yaparsın!
18 Şubat 2021:
Ne yapmalı? Bu soru aklımda Oğuz Atay yüzünden çınlayıp duruyor! Evet ne yapmalıyım? Bataklıkta gibiyim, çıktığımı zannettikçe yeniden gömülüyorum. Fazlaca bel bağlıyorum her şeye, eşyaya… Fazla değer ve umut hayal kırıklığını beraberinde getiriyor.
Ne yapmalı, diye soralım kendimize. Nasıl çıkarım? Soyut nasıl somutlaşır ve o kafaya hiçbir şey dank ettirmeyen ama beni neşeyle doldurup sonunda belirsizliğe götüren cevaplardan nasıl kurtulurum? Öğrenmeliyiz, öğrenci gibi davranmalıyız. Allah’ın işine karışmamalıyız! Öğrenilmiş bir çaresizlik durumu var. Çok hızlı öğreniyorum ama yanlış şekilde. Bu bile aslında aptal olmadığıma kanıt. Yapmayacağımı çok iyi şekilde öğrenmiş oldum. Hayatımızın başını etrafımızın bize verdiği komutlarla geçiriyoruz sonraki 10 yılı bunları unutmaya, geriye kalanı ise yaşamaya ve ölüme ayırıyoruz! Ne kaldı ki? Şunun şurasında 20 yıl ömrüm varmış bak!
Ne yapmalı, sorusu kafamda çınlıyor! Hatalarımızı bulmalı, onları çözüp yerine iyi ve güzel şeyler eklemeliyiz! Ama bu kadar basit olamaz ha, bana öğretmişlerdi bunu her insanoğlu. Sözler verilmişti, tutulmamıştı, denenmişti, yapılamamıştı… Hatta dahası kendime de öğretmiştim bunu, yapamamıştım, kilo veririm demiştim, vermiştim… Sonra şimdi, geri almıştım. Çok güzel bir şey öğrenmiştim; yapamayacağımı. Ne kadar sakatça bakıyorum öyle! Başta yapmıştım oysa, hatta bu şu anki zekâ seviyem yokken yaptığım bir şeydi! O ilk heyecan bir daha gelmiyor çünkü biliyorum ki -ya da biliyorum sanıyorum- bunun sonu yeniden kilo almaya çıktı!
Yeniden ne yapmalı diye soralım. Ne yapmalı yanlış sorumu yoksa? Nasıl yapmalısı var bunun daha, sorular var… Cevapları bekleyen sorular, bolca problem var. Ben ise sıkışmış gibi bir köşede kendi porno ve mastürbasyon bırakma serüvenimde tıkalı kalmışım. Seviyorum ama korkuyorum. Burada güvenli alandayım, burada öyle beklenmeyen sorunlar yok. Kilo vermek gibi önceden başardığım sorunlar var. Porno izlemeyi bırakmak gibi üstüne bir sürü kitap okuduğum bir alan var. Kibirim hat safhada! Ama diğer yerler, mesleğim, insanlar, sohbet, araştırma, yeni hobiler, sunumlar, iş dünyası, akrabalar, diksiyon… Yenilik ve irade… İşte burada bir sürü sorun var ve mesele ilk adımdaki büyük hayal kırıklığını ve umutsuzluğu ve heyecanı ve insanları atlatmak. Mesele korkmamak! Mesele öğrendiğimizin ve öğrenci olduğumuzun ve yaşamımızın amacını bu yapmak! Bir hayatım var, daha cesur olmalıyım! Pratikte kesinlikle bu sözlerim lafta kalacak! İşte o an yılmamak lazım, kalbin heyecanla atması bir işaret olsa gerek, başarmanın ve aşmanın işareti. O engeli aşmanın, kendimizi geçmenin ve yeni bir problemle karşılaştığında o hüzün verici durum artık bir sorun olmaktan çıkıp kendini yeniden ‘güvenli sorun çözme bölgene’ atmaktan kurtarır belki seni!
Öğrenmeyi öğrenmek en önemli kural ve bu alanda bolca sekteye uğrarız. Neyi baz alalım? Bu okulda öğretilmiyor! Üniversitede dahi öğretilmiyor. Neyi öğreneceğiz gayet belli ve anlatılıyor ama nasılı ve hangi metodu kullanmanız gerektiği anlatılmıyor. Ne yapacağız, kendimiz öğreneceğiz. Bu konularda mesele sıkılmakta, sıkılıyorsan bil ki doğru yoldasın. Beynin rahatlıktan çıkmayı kabul etmiyor, aptal şey seni.
Bırakalım yazmayı, daha devam edeceğiz. Bolca yazacağız.
22 Şubat 2022
Yazdıkça açılırız sanıyorum ama sanırım yazdıkça kapanacağım. Kelimelerin büyüsüne dalıp, dışarıda beni büyüleyecek şeylerin olmadığına kanaat getireceğim. Bir kez daha ele alalım sorunlarımızı, ne yapmamız gerektiğini… Yemek konusunda kendimi salmış durumdayım ama neden? Aslında bolca belgesel izledim ve bilgi sahibiyim ve bu da önceden bir kibire neden olmuştu. Şimdi neden olmuyor? Neden ısrarla şekerli ürünleri yiyip, yemek yemeyi bu kadar kafaya takıyorum? En çok korktuğum anlar, boş zamanlar… Sevinçli anlarımda sıkıntı yok ama bir anda çöken hüzün beni bir şey yapmaya yönlendiriyor. Porno bunlardan birisi idi, yemek ise ikinci en büyük beni sıkıntıdan kurtarandı. Aslında bir şey çözdükleri yoktu. Sadece ekstra bir soru yarattılar, dayanılmaz bir acı yarattılar. Biraz daha ileri gidelim. Kafamdaki dayanılmaz “hadi bir şey ye” düşüncesini bastırmak için yemek yedim. Oysa aç değildim. Açlık böyle bir şey değildi. Bu bir bağımlılıktı çünkü kafama hadi bir şey ye düşüncesini ben sokmadım. Şeker, tuz ve işlenmiş ürünler bağımlılık yapıcı bir madde olarak görev yapıyor. Beyin bunu anlamayacak kadar saf. Buraya ne kadar yazarsam yazayım pratikte bir karşı koyma veya tefekkür olmadıkça bu iş olmaz. Bir şekere bir yemeğe karşı durmadıkça olmaz.
Yani şu hayal dünyasından çıkıp gerçekle karşı karşıya gelmeliyim. Yeniden soralım neden yeniden başladın? Neden umursuzca şeker yiyorsun. Bunun sebebi şekerin zararlarını bilmemen değil, onları profesyonel şekilde görmezden geliyorsun zaten. Abin, annen seni uyardığında kaçıyorsun, susuyorsun, konuşmak istemiyorsun… Yarın kalktığında şeker yemeyecek bir durumda olacağına inanıyorsun. O zaman seni uyandırayım. Öyle bir şey olmayacak. Bir çaba sergilemen gerek. Tefekkür etmen gerek, şekere ilgi duymaman gerek. Onu yiyenlerden nefret etmen ve bir mevzu olarak bile ele almaman gerek. Çünkü o sana hiçbir şey vermiyor, vermedi, vermeyecek.
Bunun için yapılacak en iyi eylem;
Okuma, belgesel ve tefekkür ve uygulama.
Yani bir müddet kendine süre ver ve okumalar ve belgeselleri izle ardından şeker hakkında düşün. Sonra da uygulamaya başla okuduğun ve düşündüğün şeyleri hisset. Şekere ihtiyaç duyduğun anları bir gözle bakalım. Streste kalmak, okuldan sonraki saatler, sabah kalkınca, bir işten sonra, ders çalıştıktan sonra… Bunlar şekerin aslında yapmadığı iki özelliğinde kaynaklansa gerek. Stresi azaltma ve rahatlatma … Yoksa stres yapıp ardından onu yok mu ediyor? Tam olarak böyle! Şeker stres falan azaltmaz, yaptığı tek şey kafadaki şeker düşüncesini bertaraf etmektir. Ne kadar da bonkör öyle?
Okumaları internetteki bazı makaleler ve videolardan yapalım. Ardından şeker hakkındaki belgeselleri tekrar izleyelim. Sonra ise bunun hakkında kendimize zaman tanıyıp düşüncelim. Herhangi bir zamanda yapılabilir. Sabah, akşam, boş vakitler… Ne zaman istersen! Ardından ise şeker yemeyi bırak, gün falan sayma. Son kez şekerli ürün ye ve bırak. Gene tefekküre devam et yaptığın kararın gururu ile sevin.
Diğer problemleri de ele alacağız ama vakit var. Yazarız hele!
26 Şubat 2022
Şeker problemini yakın zamanda ele alacağız! Bir şeyi yapmaktan ziyade nasıl yapacağımız ciddi problem. Zamanımı iyi planlamam gerekiyor çünkü benim elimde olmadan giden tek şey o! Günün çoğu zamanı akşam olur ve ben bugünü ne kadar da boş geçirdim derim. Buna engel olmam lazım! Düzenli bir zaman planı ile her şeye zamanım yeter. İlk olarak bazı okumalar yapacağım. Burada özellikle tezleri ve araştırmaları baz alacağım (internet çöp yuvasına dönmüş). Ardından bunları düşünüp uygulamaya geçmem gerekiyor! Hayatımın her alanındaki hedefimi belirlemem gerekiyor. Belirsiz olsa dahi, yazmam gerek! Mesleğim, dinim, kültürel, Sağlık, Sosyal vs.! Hayatım boyunca ne olmak isterim? Bunun için kısa vadede ne gerekiyor? Karavanla gezmek istiyordum, bunu yapmak için para gerek! Yaz değiştirmen gerekir ise değiştirişin! Bazen düşünmek yerine sadece yazman ve uygulaman gerek. Boş ver düzeni sadece yaz ve uygula. Problemlerini biliyorsun;
1-PMO(Tekrar okumalar yap-altı çizili yerlere bir göz at)
2-Şeker
3-Zamana Hükmetmek
4-Dersler
5-Sosyallik
6-Mesleğim
7-…
Daha bir sürü alan ve yapılacak şeyler var. Araştırmaktan kopma! Her şeyi sorgula ve yeniden yeniden sorgulaya sorgulaya oku , izle ,dinle… Notlar al,tekrar bak! Öyle yazıp bırakma!
01 Mart 2022
Evden okula geldiğimde kendimi büyük bir boşluk içinde hissettim ve bu hal şu anda da devam ediyor. Düşündükçe hayatı daha anlamsız ve gereksiz buluyorum. Yapacağım şeyleri hayal ettiğimde yoruluyorum. Anlık gazla çalışmam gerekiyor. Sonunun nereye gittiğini bilmeden çalışmam gerekiyor.
Hissettiğim his çok garipti. Ailemden uzağım ama bunu aile özlemi şeklinde tanımlamam mümkün değil çünkü evde sürekli gözümün önünde olan ailemi o kadar da detaylı incelemiyorum hatta bazen saçma sebeplerle onlara sinirlendiğim oluyor. Şöyle bir söz vardı;
“Gördükçe daha az bakarsın”
Tabiiki de ailemi özlüyorum ama hiçbir şekilde okulu ve araştırmayı salacak düşüncelere girecek şekilde böyle bir hisse kapılmadım. Bu hissi rahatlığa alışmak olarak yorumluyorum. Oysa hep bu rahatlık beni batırmıştı. Unutmuyorum; 1,5 yıllık evde geçirdiğim sürede en büyük hayalini kurduğum şey üniversiteye gidip orada derslerimi başarıyla geçmek ve iyi bir yazılımcı olmaktı. Yani evdeki rahatlık ortamına şu an özenmem tam bir kandırmaca çünkü bunu uzun zaman önce yapmıştık ve istediğimiz şey bu değildi. Rahatlık adına ne yaptıysam başım yandı. PMO ve şeker gibi bataklıklara da böyle düştüm. Sosyalliği bu yüzden kaçırdım. Çünkü gerek yoktu, lüzumsuz bir şeydi. Ama bunların önemi ilerleyen safhalarda arttı. Şu an beynim dışarıda, okul ortamlarında beni acayip bir gerginliğe ve strese sürüklüyor. Maalesef bu kısa sürede yıkılacak bir şey değil. Yurdumda ise gayet rahat hissediyorum. Ama bizi geliştiren ve ileriyi götüren şey oturmak değil, bunca gerginlik ve stresle başa çıkıp ilerlemek. Bazılarına garip gelebilir ama bu benim için büyük bir problem. Ben insanları evde hayal edip dışarıda onların yanına bile yaklaşmayan biriyim (belki de yaklaşılmaya layık değillerdir). Büyük bir korku var üzerimde, her yeni bilgi beni üzüyor ve sanki sıkıntımı daha da artıyor. Cahillik Mutluluktur lafı yüzde yüz doğru. Şu anda gene anlık bir motivasyon ile bu dönemki derslerimi geçemeye odakladım kendimi. Gelecek planlarım her daim yeniden güncelleniyor. Gördüğüm her yeni bilgi geleceğim adına yeni bir karar vermeme neden oluyor. Bunca seçenek arasında kayboluyorsam benim suçum ne? Bilemiyorum! Bu hayatı fazla ciddiye alıyorum belki de!
04.03.2022
Üzerimdeki enerji bana tek bir şeyi hatırlatıyor. Ya rahatlığın sefaletini çekeceğimi ya da bu enerjiyi bir hayat amacım uğruna feda edeceğimi. Yoksa bu enerjiyi basit yolla dışarımı atmalıyım? İsraf mı etmeliyim? Bu güç, enerji, yaşam gücü… Her neyse… Yaşatıyor beni, anlamadığım bir şekilde yaşatıyor. En kötu durumda dahi nedir bu olumlu bakış? Yapma, olmayacak dedik ya! Başaramayacaksın! Yoo öyle değil işte, belki olur? Neden olmasın? Neden sınıfta kalabalığın karşısına geçip fikirlerimi en güzel şekilde aktarmıyorum. Gülerler! Dalga geçerler sonra! Değil mi? Uzak ihtimaller neden beni şevke getirmiyor? Uzaklar! Gelmezler belki çünkü! Neden en kısa zevke kendimi veriyorum? Çabuklar! Düzeltilir belki! Gelecek neden bu kadar karamsar? Bilinmez! Karanlık çünkü! Bu kısa zevklerin hapishanesinden kaçış neden bu kadar zor, neden sonu güzel olanın kendisi bu kadar zor görünuyor? Sonra ‘zor’ kelimesi… Olmaz, yapamazsın demenin başka bir yolu olarak TDK’da yerini almış! Zor ve kolay arasındaki ince çizgi ney ki zaten? Zorsa yapamıyoruz, kolaysa yapıyoruz! Kolaysa herkes yapıyor, zorsa kimse! Bak hayaller gene beni zor süreçlerin sonundaki keyfe getiriyor. O keyfi getiren bu zorluksa nasıl deriz zor? Keyif getiren zorluksa o neden acıyı hatırlatır ki?
Kelimeler gene bir işe yaramadı. Aklımda bambaşka düşünceler oluştu. Güzel bir insan oluştu! Beni anlayan, sonra bakınca görmez olduk onu da! Sahteliğe aldandık yeniden.
Rahatlık mı? Yoksa sorumluluğun verdiği yük mü? Neden bu kelimelerin anlamlarını belirli kalıplar halinde belirlemiyorlar sanki? Yük demiş oldum bak! Kim bilir ne anlaşıldı? Bilemiyorum! Hangisi daha kötü bilmiyorum. Bomboş bir akılla, kendimi akıntıya bırakmak mı? Yoksa düşünerek yüzmek mi? İkisi de kendine has sıkıntılar barındırıyor? Ben… Ben… Yapamıyorum gibi hissediyorum. Sonra aniden sabah ki üzüntünün yerini bir neşe kaplıyor. Hayaller yeniden yanı başımda! Çok tatlılar, gitmeseler keşke. Yapsan keşke! Doğru!
07.03.2022
Ne denir bilmiyorum bazen. Duygulanmak için müziğe ihtiyaç duyan biriyim galiba. Arkada çalan fon gözlerime doğru sirayet ediyor. İnişli çıkışlı duygular beni hayaller ve gerçek arasında bırakıyor. Neden her şeyin bu kadar çelişkili olduğuna kanaat getiremiyorum? Dışarıda hayat var diyorlar! Bugün olabildiğince insan görüyorum, yüzler görüyorum, ama onlar geçici, bu ne kadar acı verici! Dersimde hayatımı etkileyecek bir hoca varken, ben onun yokluğunu düşünüp neden acı çekiyorum? Akışına bırakalım mı? Ama Oğuz Atay öyle dememişti ki; “Her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaktır” demişti. Akışa kapılmak kenara atılmak değil mi? Beynim her daim güveneceğim bir liman mı ki? O dışarı çıktığımda hep bana içeri gitmemi söylüyor. Sonra da içeride, dışarıda yapılan işlerin sonuçları olan güzel hayaller kuruyor! Ama ne kadar güzel biliyor bunları öyle, baksana yazdırıyor.
Üniversitenin sonu nedir? Üniversite bitirmek bir sonuç mudur? Yoksa bir başlangıç mı? Başı başlangıç olarak belirtilen ve sonunda kurtuldum diye düşünülüp yeni bir başlangıca (daha kötüsüne) yelken açılan bir liman mıdır? Budur galiba! Ama üniversite iyi ise neden sonunu bekleriz ki! Son heyecanlı değil ki? Ölmenin heyecanlı olduğunu düşünen yoktur sanırım. Oysa en güzel şeyin yani yaşamanın sonudur.
Bugün bir ara foruma yeniden girdim. Ben bu sanal insanları çok seviyorum. İnanılmaz ama sizin bu dünyadan olduğunuza inanmıyorum. Yolda görsem büyü bozulmuş olur. Siz böyle çok güzelsiniz. Aslında tam tersi daha doğru gibidir ama ben şimdi sanallığı övüyorum. Forum iyiye doğru gidiyor. Yazılarım var, düşüncelerim var! Yaymalı mıyım? Saklamalı mıyım? Sonra ben düşüncelerimi yayacak kadar zeki bir insan mıyım? Çaresizliğini kabuk edecek kadar aptal mı? Ve değnekler arasındaki iki uçta orta yolu bulma yarışması gene başlıyor. Denge oyunu gibi bir şey bu zihinsel duygular galiba.
Fazla mı saçmaladık? Yalnızlık yaramış mı? Yarışma gene başlasın! Yalnızlık ile sosyallik arasında ki hiç bitmedi zaten. Bakalım, oluyor gibiydi. Ne diyorduk? Görüşürüz falan mı? Tutamayabileceğim sözler vermeyeyim şimdi! Aniden keseceğim yazıyı, ben vedaları sevmiyorum. Öyle bir bulut falan varken, güneş onların arkasına saklanırken, ben beyhude beyhude gezerken, neydi ki beni üzen…
12.03.2022
Bu kadar da olmaz diyordum ama oluyormuş. Yazarken ne kadar da güzel gözüküyor öyle. Öncesi de var tabii ki. Önce durup dururken kafama darmadağın geliyor. İleride bir yerlerde oluyor. Gelecekte (şimdi de olacak hali yok tabii) , mutlu bir ben oluyor, her şeye sahip oluyor ve hiçbir şey beni üzemiyor. Bu ütopik düşünceler her an kafamda gezip duruyor. Zaten bunları bilirler. Her yanlışın sonuna doğru yapma niyeti eklenir ve denir ki; “tamamdır yanlışı telafi ettik artık kötülüğe devam.” Hayal kelimesini hiç sevmiyorum, olmazlığı ifade ediyor. Yapılamayacak ama olsa güzel olacak bir şeyler oluyor hep (olsa güzel olacağı tartışılır galiba, hayallerim bunu kanıtlıyor.) Hayallerinde bile korkar mı insan? Ben korkmuyorum ama bu sefer asla yapamayacağım şeyler hayal ediyorum. Just do it falan mı? Evet, sadece git yap, hadi koçum. Hadi, sen yaparsın, neden yapamayasın ki? Evet yaparım, kafama takmam, düzelirim, gelişirim, değişirim, sevinirim, ağlarım… Sonra herşeyikafasındadüşünüpbirandayapabilecekgillerden olurum. Olurum dimi? Arada dev bir yığın var. Hayal ve uygulama arasındaki adımlar (hayal değil hedef diyelim, sevmiyoruz ya hani!) … Hayal hedefe dönüşür, hedefin yapılabilir zamanı tartışılır, hedeflerle ilgili birey analiz edilir (Nasıl, nasıl?), analiz sonucunda dokümanlar okunur, araştırmalar yapılır, bu araştırmalar ve birey hakkında tefekkür edilir (Nasıl, nasıl?), bu düşünceler gerçeğin eleğinden geçirilip uygulamaya ufak adımlarla başlanıp gerçekleştirilir. Vay be! Kolaymış aslında? Ama nasıl, nasıl? Bunlarında bazı teknikleri var ama buraya nutuk mu çekeyim şimdi. Her şeyi kâğıda mı yazayım, birazda kafamda dursun. Acil ve gerekli işler kafamda dursun ve yapalım, sonra yapacaklarımızı ise yazıp bakalım.
Biz başka türlü (ne bizi la, sen!) tercih ediyoruz. Hayal ve uygulama. Hayaller, korkuyu, korku sığınacak limanı, ordan da içeri tıkılı kalmak geliyor. Hayaller iki yere de nasıl gidebiliyor. Çünkü gerçekçi değilsin. Analiz, araştırma ve tefekkür kısmını es geçiyorsun. Sonra neden olmadı? Olmaz tabii ki! Ha sonra yüksek bir dağa çıkmış, gölü seyretmiş. Kendine sormuş ? “Neden varım ben?” Cevabı dağdan beklemiş. Oda yanıtlamış; “Neden varsın sen?”
17.03.2022
Yaşamak diyordun ya hani, mühim işmiş. Sadece bunu yapanlar bile ödüllendirilmeli. Volta atalım odada ve fikirler netleşsin kafamda. Yaptığımız hataları pişmanlığın hemen sonunda düşünelim ve boş kaldığımız an yapacağımız şeylerle kazandığımız ve olduğumuz güzel kendimize sevinelim. Araları atalım! Arada ne var sahi? Arada bunu yapmak için gereken bir yığın var. Umutlar var, hayal kırıklıkları var, sevinç var, hüzün var, kırgınlık var, yapamamlar var, beceriksizim ben var, hatalar var, ama yoruldu beynim. Daha kolayı vardı sahi? Yapman gereken şey ve onun soncunda elde ettiğin katkıyı düşün. Bak, oldu bitti!
Zaman hızlı akıp gidiyor ve ben yavaşça kaybediyorum. Her gün bir seçime maruz bırakıyorum kendimi. Seçiyorum, seçiyorum, seçiyorum… Bunların çoğu mantıklı muhakemeden geçiyor birçoğu da rastgelelik üzerine. Şöyle bir düşünce kafada beliriyor bazen; geçmişte günde 10 sayfa kitap okusaydım şimdi bilmem kaç tane kitap okumuş olurdum. Oysa bu şu anda yapabileceğim bir şey. Zihin yapısını bahane edip bazen hiçbir şeye başlamıyorum. Sen zaten doğru düşünmediğinde başaramazsın diyorum. Oysa bazen bodoslama dalmak gerekiyor.
Uzun mu ettik? Polonya’nın başkenti neresidir? Varşova! Almanya’ya yakın bir kent. Sahi orada da insanlar var değil mi?
20.03.2022
Gene olmadı, gene üstüme yıkılan tonlarca iş beni yıktı. Beceremiyorum yaşamayı. Kaybediyorum… Sorunlarımı bazen fazla büyüttüğümü fark ediyorum. Ufak şeylere bile ciddi bir bakışla yaklaşıyorum. Bu kadar ciddi mi bu hayat? Değil! İlerde hatırlayamayacağım bir sürü şeye şimdi hayatımı komple değiştirecek veya bitirecek şeymiş gibi muamele yapıyorum.
Bencil biriyim galiba. Öyle olduğumu düşünüyorum. En başta dediğim gibi beceremiyorum yaşamayı. Gözlere bakınca ayrı, samimi olunca ayrı sorunlar ve ben hiçbir şekilde yaşamayı beceremiyorum. Ortasını bulamıyorum. Değerli miyim? Yoksa hiçbir şey bilmiyorum? Özel miyim yoksa herkes gibi sıradan mıyım? Romanlarda anlatılan ana karakter miyim, yoksa olsa da olur olmasa da olur yancı mıyım? Neyim ben?
Kendimi analiz etmeden, çevremi, durumları analiz etmeden. Yarın ki olacağım mükemmel benliği düşünüyorum. Bu gaz beni ilerletiyor ama yetmiyor. Çünkü hayat aynı değil, üzüldüğüm veya monoton bir anda yapılacak şeyler bulmak ve bu bilince sahip olma gerekir. Yani insan iyi odluğu alanda düşüp, yukarı çıkmasın. Diğer alanlarda da iyi olmaya çalışsın.
Bilemiyorum albayım, ne yapacağız. Kaybettik, dedik. Dün bir sunum yaptım. Çok güzel oldu. Her şeyi bütünüyle mahvetmek için çok mu erken? Biri umut aşılar mı? Öldük mü, bittik mi? Tabiiki değil. Ama sorunları analiz etmeden “güvenli sorun bölgenden” çıkamazsın. Ve hep aynı döngüde eriyip gidersin. Sıradan ve herkes gibi bir insan olaraktan …
28.03.2021
Ama neden ki? Mutlu anlarımın devamını hüzün takip ediyor. Hüznü ise karşılamak neden en saçma şekilde oluyor? Öyle değildi ki; kimse söz vermemişti hep mutlu olacağıma pozitif olacağıma ve gülerek dolaşacağıma dair. Nereden girdim bu beklentiye? Kahretsin, gene kaybettim! Gene olur olmadık umutların pençesinde hayallerin deryasında kaldık. Yürürken aklımı nereye götürüyordu? Yoldaki nesneler yavaştan kaybolmaya başlıyordu ve ben dünyaya bir anlığına hükmediyorum. Kaçmak lazım! Neyden? Ruhu bir anda yükseltip sonra hayal kırıklığına uğratan bu tip umutlardan. Sonra sıradan olursun bak! Olayım! Herkes gibi olayım. Raskolnikov muyum ben? Ben mı dağıtacağım dünyaya iyiliği? Geçen sordu biri “dünyaya ne katkın var”. Oysa sen başlatmıştın bu soruyu. Cevap veremedin! Çünkü sen bu hayatta bencilce bir sebepten ötürü varsın; Yaşamak. Diğerleri umurunda değil ki. Onları da düşürmek için elinden geleni yapıyorsun ve hayal gücün yaşaman için sana diğerlerinin en kötü girdilerini veriyor. Ya sen? Farksız mısın? Bir influencer kadar faydalı mısın?
Yeter! Gene yazarsam geçer diye açtım bilgisayarı, geçmedi. Elime kalem mi alsam? Geçer mi? Sanmam. Dünya bir çember ve kare kadar yer kaplayan yaşam kümemde bir üçgen kadar yer kaplayan sorunlarımın içindeki bir yamuk kadar yer kaplayan şu anki yaşadığım problemler bu kadar önemli mi? Değil mi? Hani onlar idi ya binaların tuğlaları! Ama o kadar önemli mi? Yapmadığında ölecek bitecek ve koyduğun tüm tuğlaları yıkacak kadar diyorum? Değil. Oysa neydi; “hayat devam ediyor”,” ölenle ölünmüyor”, “hatalarından ders al”, “kimse başarı merdivenleri elleri cebinde çıkmamıştır” idi. Başka hangi alıntıları biliyordun? Okul duvarlarında yazıyordu. Bir hikâye veriliyordu sonuna da… Umudunu Kaybetme filmi gibiydi. Bize hep hayaller ve ona kavuşan insanlar verildi. Bu adam ne yaptı da buna ulaştı sorusuna hala erişemedim. “Çalıştı”, “Umudunu kaybetmedi”,” didindi”,” hatalarından ders aldı”. Yeter! Türkçede ilk zaman öğrendiğim zaman soyut ve somut kavramlarını; soyutu duyularım ve somutu ellerim olarak örneklemiştim. Ellerim bu cevapların yüzünden boş kaldı. Tek somut olan gene ellerim oldu! Bireyler üstünde bunlar nasıl uygulanır. Aman yarabbi, gene bunaldım! Çok soru var, kolay da değil ki? Gene başladın! Yamuk falan diyordun. Demiştim ya, ama yamuk olmadan, tuğla koymadan, nasıl daire olurum ki?
Daha yazmayayım diyordum ama kendimi yeniden bilgisayarı açarken buldum. Allah’ım ‘neden böyle’ diyesim geliyor bazen. Yaptıklarımın sorumluluğunu üstlenecek güçte hissetmiyorum ki? Abartıyor muyum? Ama nereden bileceğim? Küçük sorunlarmış bunlar, dışarıdan bakınca bile anlaşılmıyor ki. Sahi neydi sorunun? Amaçsızlık, gelecek korkusu ve bomboş bir hayat yaşama korkusu… Gene elle tutulacak hiçbir sorunun yokmuş. Olsun bu var olmadıkları anlamına gelmez.
Gene yeter! Yetmez! Daha çok yaz duyduğun harflerin ritmine uyum sağla, sese odaklan, düşün… Düşünmeliyim dedim ya kendi kendime. Hani araştırmalar, hani okumalar… Her yere nasıl yetişeyim? Doğru bazılarını salman gerekiyor, sahi en önemlisi hangisi? Hangisi olduğunu ben ne bileyim? Hoca dedi “biz …’cılar pek etik kuralları ile bilinmezmişiz”. Yani sahtekâr ve şerefsizin kibarcası… Ahlak yerine de etik koyunca üniversite de ders veriyorsun. Toplantı set edip, descriptionları okuyup bazı subscription işlemlerini yapınca da çalışan… Nerden geldim gene? Montaigne dediği gibi başta yazmayı unuttuk ya? Bunlar benim düşüncelerim demeliydim. Denemeler yani, herkesin kendi denemesi var. Kimi kafasında, kimi yazılarında kimi de hayatlarında deniyor. Denemeler bazen sonuçsuzluklarla bitiyor. Denemeler denemeler… Mikrofon elimde şimdi benim. Deneme 1-2-3 ses veriyorum. Veremezsin! Niye? Korkarsın ha-ha. Korkmam, eskidendi o! Ama hala saçma şeyler yapıyorsun. Etki etmez ki hemen, yapmaya devam edersem sıkıntı… Etmeyeceğin ne malum. He, ne malum?
Kafam ikiye bölündü gene, alt beyin diyorlar değil mi? Hani şu beynin her işlev için enerji sarf etmesini engellemek amacıyla genel kabul görmüş şeylere inanan saf şey. Koala gibi yaşıyoruz zaten bizde. Enerjileri gitmesin diye günün çoğunu ağaçta geçiriyorlarmış. Bizde de öyle, beyin çok enerji yakar diyorlar. Yalan azizim! En çok miden yapar, sonra diğer organlar. Beyin yönetiyor ya hani? Olsun boş iş yapıyor, o işleri de yapsın bi zahmet!
Olmadı! Bitti mi kafamdaki her şey? Tüm gerçekler denemeler halinde buraya dökülsün. Bir yere varmış olur muyuz? Kafamda kalmaz artık diye düşünüyorum. Çok düşünmem artık, derim ki yazdım bunları. Yazdım, burada tarih olacak. Ne zaman düşünmüştüm onu? Ölünce bunları okuyan insanların arkamdan “ne kadar salakmış ya” dediklerini duyar gibi olmuştum. Yoksa “böyle bir adam öldü ha” mı diyecekler? Aman, ne derlerse desinler, umurumda mı? Umurunda! Evet umurumda. Gene yakaladın beni! Kaçamıyorum bazen. Kendimi tanımlarken verdiğim ifadelerdeki beğenilmişliği yakalıyorum yazarak. Yalnızım ben, asosyalim ben… ne yalnızı ne asosyalliği? Sadece diğer insanlardan farklı olmak istiyorsun, uydurmuşsun bir şeyler. Bir ara rap dinlemiştin, az dinleniyor diye. Azınlığın yaptığı çok hoşuma gidiyor. Herkes gibi olmamam ya? Sıradan! Ihh, olmaz!
Bitsin artık bu çile, sona gelsin her hece, Montaigne görsün bunları, sona ersin bu gece!
02.04.2022
Ramazan ayı ile gelen o garip irade gücü beni her daim şaşırtıyor. Teravih namazını sıkılmadan kılmak, gün boyunca aç olmama rağmen düzenli çalışabilmek, uykularım bölündüğü halde bu konuda sıkıntı yaşamamak… Gene her şeyi en sonra attık, birleşen bir yığın halinde üstüme geldi. İlk geleni ilk çıkaracaktık. Çıkarmadık! Yığın oldu şimdi. Mesele o değildi ama mesele bu yığını bir düzen halinde tanımlamaktı. Yığının içindeki değerler ve gerektirdiği kapsam ve bilgisayarın(benim) bunu yapma kapasitesi idi.
Artık her tarafa doğru koşmanın sıkıntısını yaşar oldum. İnsan kendini sahte bir mutluluk ile tatmin edebiliyor. Beklentiyi düşürüyor ya da fazla yükseltiyor. Beklenti düşük olunca başardım sanıyor, yüksek olunca da kaybettim sanıyor.
Artık tonlarca seçenekten birini seçmemenin ıstırabını çeker oldum. Her tarafa yetişmeye çalışıp, hiçbir yerde olamamanın acısı. Alanı daraltmak gerekti. Öyle çalışırım demiştim. Öyle olunca net olur demiştim. Olur mu? Bilemiyorum, olmayacağına dair bulgularda var elimizde. Bıktım usandım artık. Bir şey yapmaya başlarken söylenen genel laf; “amacın ve hedefin olsun”. Yani neden yaptığımızı bilmemiz gerek. Bilmeden yaparsak sıkılırız ve irade rezervi tükenir.
03.04.2022
Zehir oluyor geceler, inan uyuyamıyorum! Ne kadar isterdim uyuyamamak. Ne kadar da beliryici ve sevgi dolu bir cümle. Seni o kadar çok sevdim ki uyuyamıyorum. Uyursam unutacağımı düşünüyorum. Dolaylı yoldan bunu neden yapamam ki! Sahtekarlık yapıyorum endişesi beni çok üzüyor. Sahtekarlık, oyun oynuyormuşum gibi hissettiriyor. Yüzler, karakterler, konuşmalar, düşündüklerim, sustuklarım, söyleyemediklerim… Hangisi benim? Kafamda kurduğum her şeyin beni tanımlamasını imkân yok. Farklı durumlarda yaptığım farklı konuşmaların da bunu yapması imkânsız. O zaman ne beni ben yapar. Öfkeli anlara verdiğim tepkiler mi? Yoksa sakin kişiliğim mi beni insanmış gibi gösteriyor. Yoksa dışarıdan bakıldığında gösterdiğim saf yüzüm mü? Saf insanlar! Bunu yapmayı hiç istemedim ki? Karakterim öğrendiğimle gelen şeyse, bunlar beni kibire götürdü çoğu zaman. Sonra baktım buda olmaz dedim…
07.04.2022
Müzik gene beni duygulandırdı. Egomu tatmin etmeme yardım ediyor. Normalde sıradan olan bu yazılar arkada çalan ve beynimin bölümlerini çalıştıran müzik sayesinde anlamlı bütünler haline geliyor. Oysa sadece bir fon. Yaptığım hataları düzeltmenin yollarını düşünecektik, erteleyecektik, sonra da doğru zaman değilmiş diyecektik. Hatalarına bak! Aynı şeyleri yapıp nasıl farklı sonuçlar beklerisin. Aynı değil ki zihin yapım farklı, büyüyorum. Büyüyorsun ama yaşının kalıbı…
08.04.022
Ne kadar da çabuk unuttum albayım sizi? Oysa siz değil miydiniz karanlıkta elimi tutan! Ah kahretsin! Bu insanlar neden orta yolu bulmamı bu kadar zorlaştırıyor? Kendimi kaybediyorum, egom tavana çıkıyor, hele bir dur. Çok zekisin evet. Öyleyim değil mi albayım? Baksanıza nelerde biliyorum? Hiçbir şey! Yapmayın albayım sahte mütevazilik çok yapmacık duruyor, biliyorsanız biliyorum demelisiniz. Demeli miyiz? Susunca kimse ciddiye almıyor bak! Almıyorlar evet, bazı şeyler hayatla kanıtlamak için fazla ciddi ve uzun. Bakın insan kardeşlerim ben bu konularda iyiyim, hadi gelin de biraz egoma takviye edin. Yoklar, kısa bir tebrik ve ardına yalnızlık. Abartma! Yalnızlık diyorum albayım, sizde kafanızda somut şeyleri sürüyorsanız önüme. Bu öyle bir şey değil ki. Amaçsız bir insana ne yaşam enerjisi katar ki? Kısa sevinçler getirip sonra giden insanlardan ne bekliyoruz ki? Öyle bir mutluluk geliyor ki? Yokluğu ancak acıyla tamamlanabiliyor. Mutluluğu bile kaybetme korkusu ile yaşıyoruz. İki alana bölelim anıyaşagiller ve geleceğiplanlamayanlargelecektekaybolacakgiller … Biz hangisini yapıyoruz? Anı pek beceremiyoruz gibi duruyor. An bize bir heyecan katıyor ama yaşatan galiba ilerde gelecek (ne gelecek?) bilmediğim o şeydir. Şeymiş! Ne kadar da güzel kaçıyorsun? Şey işte… Şey … Gelecek işte… bir şey… beni yükseltecek bir şey… Kandırmayı bıraksana biraz kendini. Öyle bir şey gelmeyecek, şimdi nasılsa öyle olacak, gene tonla sorun ve çözülmesi gereken sorunlarla yüzleşmek için gelen anlık sevinçler. Bu değişmeyecek. Mesele bu zaten! Mutlulukmuş! Aptal seni.
Aptal ha, evet doğru! Ne bekliyorum ki? Bir anda mutluluğa ulaşacağımı falan mı? Olmayacak öyle bir şey. Şu anda mutlusun! Tolstoy üstadım (okumadın kitabı sallama) ne demiş; “Çoğu insan mutlu olduğunu bilmediği için mutsuz!” Gene anlık sevince kapıldık. Mutluluk havuzuna ıstırabı da ekleyelim. Böyle daha güzel durdu sanki?
14.04.2022
Küçük şeylere nasıl ciddiyet eklenir…