Karabaş
- Abi abi kalksana, abi abiii
Hasan'ın üstünde derin bir buhran vardı, kardeşinin bu dürtüşünü hülyasında gördüğüne emindi. 4 katlı inşaat halinde bir binadaydı. Yıldızlar parıltıları ile gökyüzünü buram buram parlatmıştı. Yüreğinde derin bir rahatlık, huzurunun gerçekten tanımlanmış bir hissiyatı vardı. Bu huzuru gerçek hayatında edinemediğini fark ediyordu o yüzden neredeyse bunun bir rüya olduğuna emindi. Kontrol etmeye veyahut dahil olmaya çalışmıyordu, gökyüzündeki yıldızlara bakıyordu, parıltılar gözüne giriyor kendisini huzura kavuşturuyordu. Ancak böyle huzurlu olabilirdi zaten, gerçek hayatı gözlerinin önüne gelmeye başlıyordu.
- Abi abiiii, kalksana yahu, köpek köpek gitmiş.
Gözlerinde mayışmışlık ile kalktı. Kardeşi Ömer'e şöyle bir baktı. Sanki yıldızlar gitmişte kardeşinin gözlerinde tekrardan o huzuru görmüş gibi oldu. Belki de bu kadar karamsar olmaya gerek yoktu. Hayatı iyisiyle kötüsüyle bazen yıldızlara bazen karanlıklara mahkumdu. Şimdi tekrardan yıldızları görüyordu ama kapının çalması ile karanlığa gömüleceğinden habersizdi.
Kapı sert sert vuruluyordu. Yeniden yıldızları düşündü, "keşke hiç uyanmasaydım" diyecek oldu. Kardeşine tekrardan baktı. Yerinden doğrulup kapıya yöneldi. Bazen insanların suratları söyleyeceklerinden daha ağır ifadeler içeriyor. Karşısında işte böyle bir surat görüyordu. Daha bir şey demeye kalmadan mahcubiyet modunu aldı. Özür dilemeye çoktan hazırdı, karşısındakinin egosunu tatmin etmesi gereğinin farkında bile değildi. Oysa konu ne ikili anlaşmaya varmak ne de bir sohbet ile sorunları çözmeye çalışmaktı. Hasan maalesef bu yüzündeki masumiyet ile sorunları çözmeye çalışacak kadar saftı.
- Hasan bu ne yahu, şu itini ikide bir salma demedik mi sana? Gelip bizim eve dadanıyor, mahvetmiş gene
+ Olmuş bir kere abi, kusura bakma. Koparıveriyor tasmasını kaçıyor. Bir dahakine daha sıkı bağlarım.
- İyi de Hasan'ım bir değil iki değil, kaç etti yani. Bir dahakine benim tek kırma ile gireceğim bu köpeğe haberin olsun.
+ Etme abi, köpektir ne yaptığını bilmez açlık işte bilirsin. Didişivermiş sağa sola.
- Açsa, sağa sola salmayacaksın Hasan. İpini sıkı bağlayacaksın. Hem ağzına yal koymadığın köpeği evde tutmayacaksın. Banene gerçi ama senin tarlan yok malın yok ne diye tutarsın bu köpeği, sal gitsin.
Hasanın gözlerinde artık iyice mahcubiyetin ifadesi belirir olmuştu. Karşı tarafın yükselen tavrı karşısında onunda yükselmesi gerektiğinin farkında değildi. Ne haddine idi köpeği salması gerekip gerekmediği, hem ona neydi köpeğin ipini sıkı bağlayıp bağlamadığı. Hasan'ın gözlerinde bulutlar vardı. Geriye doğru baktı, yıldızlar ışıklar görüyordu. Kardeşi masum masum kendisine bakıyordu, onun önünde böyle görünmek istemezdi ama ne çare, bazen çaresizlik tüm eti bedeni sarardı. Bir şey diyecek olmanın bedeli çok ağır olabilirdi. Hoş Hasan bir şey diyecek bir iki kelamı olsa dahi bunu yapabilecek cesarete sahip değildi. Hem annesi dememiş miydi ona, "Ne korkak şey oldun sen öyle". Elimde miydi? Herkes cesur olacak diye kaide mi vardı? Şöyle bir düşündüğünde insanların çeşitliliğine şaşardı. Farklı insanlar , farklı düşünceler, farklı yıldızlar, farklı çocuklar... Ne diye herkesin sanki bir fabrikadan çıkmasını isterlerdi ki insanlar? Ne diye kendisine iyilik yapanlara daha düşük seviyede bakardı?
Hem sade annesi de değildi, sevdiği kızda onu bu yüzden sevmemiş miydi? "Hasan sen iyi insansın ama bana göre değilsin." Hasan o günlerde zihninde bunun münakaşasını çok yapmıştı? Ne demekti bu? Yoksa o iyi bir insan değil miydi? Yoksa iyi insan olmak artık bir güzel ölçüt olmaktan çıkmış mıydı? Öyle demiyorlar mıydı eskiden? "Kumarı var mı damat beyin?" ! Baba göğsünü kabartarak, "yok efendim adımını atmaz". İyi insan olmanın artık kalite ile özdeşleşmediğini fark ediyordu acı verici şekilde. Gerçi böyle düşünceler ancak yıldızlara bakarken anlam kazanıyordu. Dışarıdan söyleyecek olduğunda bir iki kişiye hep tepki geliyordu! "Böyle şeyleri fazla düşünme Hasan, noldu Karabaş'ı veriyor musun Osman dayıya?"
- Anladın mı Hasan?
+ Anladım Hamdi amca, anladım.
- Bak bilirsin Osman dayın bu köpeği pek sever. Sana da demiştir, bana da düşmez gerçi ama bence ver gitsin. Hem sen rahatla hem ben.
Hasan tekrardan geriye dönecek oldu, kardeşinin gözlerinde bir iki damla yaş seziyordu. Hızlıca arka kapıdan çıkışını gördü. Karabaş'ın yanına gittiğine emindi. Oda ağlayacak olmuştu, gözlerine hakim olamayacak hale geldiğini hissediyordu. Neden böyle oluyor, anlamıyordu. Neden bazen insan çaresiz kalıyordu. Yapmamak istediği şeyler üzerine bir çivi gibi çakılıyor o ise umursuzca kabullenmek zorunda kalıyordu.
+ Bilirim Hamdi amca, bilirim. Bende bunu düşünüyordum zati, yarın götürüp veririm.
- Ha benim güzel kardeşim şöyle işte. Bu devirde böyle olacaksın, itmiş mitmiş bunlar ile uğraşmayacaksın pek. Gel kahvede çay ısmarlayayım sana.
+ Sağ olasın amca, ben bizim Ömer'e bir bakayım. Hadi görüşürüz.
Hamdi amca gerisin geri çıktı. Hasan bir müddet donuk halde bekledi. Hava kararıyordu, gökyüzünde hiç yıldız göremiyordu. Parıltılar gitmiş karanlıklar tüm köyü etkisi altına almış gibi geliyordu. Ömer'in yanına gitti, Karabaş'a sarılmış ağlar şekilde buldu. Oda yanlarına gitti, ikisini birden kollarını kocaman açarak kucakladı. Hava kararmış göz gözü görmüyordu. İki kardeş gökyüzüne doğru baktığında bir yıldız kaydığını gördüler. Hava bir anlık aydınlanmış sonra yeniden karanlığa boğulmuştu. Kardeşler o sıra birbirlerine baktılar, gülümsediler.